Kendinden Uzakta
Sıkışmış, tamamen rutine binmiş hayatlar yaşayan insanlar için tatiller olması gerekenden de değerli. Her yıl iki hafta, bilemedin bir ay için yapılan planlar o insanlar için günlük memnuniyetsizliklerden kaçmak için tek fırsat. Değiştiremeyeceği problemleri fark eden ve kabullenen herhangi bir insanın bir sonraki adımı bulunduğu yeri değiştirmeye çalışmak, iki haftalığına da olsa uzaklaşmak. Eric Rohmer’in filmi Le Rayon Vert de bu milyonlarca insandan biri olan Delphine’in Fransa’nın güneyindeki tatilinin hikayesi. Aynı zamanda da tatiller de dahil bir türlü olmak istediği yeri bulamayan bir karakterin kendisiyle çıktığı bir yolculuğun.
Hikayenin ana karakteri Delphine 30lu yaşlarında, dikkat çekici bir hayat yaşamayan, içine kapanık bir kadındır. Paris’te bir ofiste sekreter olarak çalışması dışındaki hayatıyla alakalı çok fazla detay öğrenmeyiz filmin başında. Büyük ihtimalle çok fazla bilinecek şey de yoktur, sorsan kendisi de farklı bir bilgi veremeyebilir. Bu 9-5 hayatını yaşayan Delphine’in o yaz tatil için arkadaşlarıyla yaptığı plan arkadaşının bir işi sebebiyle iptal olmak zorunda kalınca can sıkıntısı yerini telaşa bırakır. Delphine tatilini de Paris’te geçirmeyi hiç istemiyordur. Arkadaşları bu kadar istiyorsa tatile tek başına gitmesini önerirler, o zaten onun için teklif dahi edilemez. Sonrasında bir yerden başlayıp tatile bir şekilde çıktığındaysa artık kafasında sürekli sığınıp bırakmadığı benlik algısı yıkılmıştır, kamera Delphine’in hayatından Delphine’in kendisine dönmüştür.
Çıktığı yolculuklar Delphine’I farklı yerlere sürüklerken, tesadüfen gittiği bir yerde tesadüfen orada bulunan bir grup karakterlerin konuşmasını duyarız. Bir arkadaş grubu çok iyi bir manzarası olan bir duvarın üstüne oturmuş, güneşi ve denizi izlerken filme ismini veren yeşil ışın hakkında konuşmaktadırlar. “İnanılmaz bir şey, vay canına, doğa harikası” gibi konuşmalar geçerken tecrübeli, çok güvenilir duran bir dayı sözü alır ve filmin içinde veya dışında olan herkese bu fenomeni açıklar. Yavaş konuşan dayının sözlerini bir-iki dakika kısaltacak olursam, yeşil ışın gün batımında farklı renkler farklı hızlarda kaybolurken geride kalan yeşilin bir kaç saniyeliğine insan gözüne görünmesiyle oluşur. Bu nadir görülen doğa olayının sebebi güneşin aslında gözüktüğü yerde olmamasıdır. Bu sahneyle beraber filmin asıl teması da Delphine’in hikayesiyle parallel olarak anlaşılır. Onun yaşadığı, çoğu insanın yaşadığı ait olmama hissinin sebebi kendileri olmak konusunda yaşadıkları sıkıntılardır. Bu sıkıntılar konusunda ise kaçmak, uzaklaşmak veya kendini anlık olarak oyalamak çözüm değil bu can sıkıntısını büyüten sebeplerdir anca.
Eric Rohmer’in anlattığı bu sade hikayenin en özel yanı orijinalliği değil. Kendin ol, konfor alanından çık gibi cümleler sadece yan yana gelmiş harflere dönüşeli uzun zaman oldu. Yine de bence bu sözlerin asıl sıkıntıları yanlışlıklarından ziyade yetersizlikleri. En basitleşitirlmiş halleriyle birer slogan olarak bakılmayıp az da olsa uygulamaya geçildiğinde hala insanı dönüştüren tecrübeler ortaya çıkabiliyor. Delphine’in yaşadığı yolculuğa benzer şekilde bazen bu tecrübeler insanın kontrolünde olmadan gerçekleşiyor, bazen ise o ilk adımı gözünü karartıp atmak gerekiyor. Günün sonunda insana kendini en çok tanıtan tecrübeler sevdiği ya da nefret ettiği aktiviteler yapmak oluyor, çok da fena olmayan rutine devam etmek değil. Yaz ise bunun için herhalde en uygun zaman. Yıl içinde mecburi olarak bazı alışkanlılarından çıkamayanlar için akıntıdaki balık gibi yaşamayı bırakıp kendisini tanıma, oynadığı rolü bırakma, kendi kafasındaki algısını şaşırtma fırsatı. Sürekli kaçış halinde yaşayanlar için de kendine yaklaşmak için en güzel dönem.
10 dk.