İkilem

Hayatımızda gerçekleşen tüm kırılımlar, beklentilerimizle içinde bulunduğumuz “gerçekliği” etkileyen pek çok değişken unsurun; göz ardı edilemeyecek şekilde birbirlerinden uzaklaşması sonucunda ortaya çıkarlar. Bir zamanlar aynı yolda yürüyen bu iki yabancı, zamanla ortak bir paydada buluşmakta zorlanır ve evrenin en temel kanunlarının tesirinde mutlaka düzeltilmesi gereken mühim bir anlaşmazlığa doğru sürüklenirler. Bu kaos döneminden hallice durum, bizlere hayatımız boyunca kendini belirli aralıklarla gösterirken, yaşantılarımızda da zamansız bir döngü şeklinde yer bulur bir şekilde. Beklenti-gerçeklik uyuşmazlığından kaynaklanan çatışma ve sonrasında ortaya çıkan kırılım; içsel kargaşamızın tekrardan düzene girebilmesi ve yaşantımızı dengeye sokabilmesi için kritik bir rol oynar. Kişilerin algısına göre değişkenlik gösterebilse de, çoğu zaman bilinçaltımız bize, duygularımız aracılığıyla bu uyarı mesajını gönderir ve günlük yaşantımıza genellikle rahatsızlık, huzursuzluk, yalnızlık, kaybolmuşluk veya mutsuzluk şeklinde sirayet eder. Hayatımızda yolunda gitmeyen bir şeylerin olduğunu iletir bizlere ve bizler, bu duygulardan yola çıkarak anlarız artık değişim vaktinin geldiğini. Bir şeyleri değiştirmemizin, yıkıcı veya yapıcı bazı büyük kararlar almamızın vakti gelmiştir. Hayatımızın gidişatını değiştiren bu baştan öngörülemez kırılımlar, gerçekleştikten sonra da bir denge hali oluştururlar. Bizlerse, bir sonraki içsel çatışmamıza kadar; içinde bulunduğumuz bu yeni düzende çabalarız kendimizi gerçekleştirmeye.

Bireysel bütünlüğümüzü başlı başına etkileyen bu olay örgüsü, kendimizi iki yabancının -gerçek ve ideal benliğimizin- yaptığı bir müzakerenin moderatörü olarak bulmamıza sebep olur. Gerçek benliğimiz, yapılan seçimlerin yeterlilikler ve sınırlar doğrultusunda alınması gerektiğini savunur şiddetle. Kişinin bireysel gerçekliğinden beslenir. Ona göre her anı büyüklü küçüklü karar örgülerinden oluşan yaşamda; zayıf ve güçlü yönlerimiz tarafımızca belirlenmeli, kararlarımız olabildiğince rasyonel bir çerçeveye oturtulmalıdır. Hayallerimiz ve gerçeklerimiz arasındaki müzakerede, mümkün olduğunca gerçekler kazanmalı; kararlarımıza katıksız bir realizm hakim olmalıdır. Masanın diğer tarafındaysa ideal benliğimiz konumlanır: Nasıl ki evrende yaşamın oluşumunu mümkün kılan denge zıtlıklardan oluşuyorsa, bireyin yaşam çizgisinin özgünlüğü de gerçek benliğe zıt bir formun varlığıyla anlam kazanmalıdır. Bu zıtlığın kendisi, umutlarımızı ve hayallerimizi içerisinde barındıran, sınırları bilinmeze ulaşan; beklentileri gerçekleşmiş bir gelecek düşler. İdeal benliğimiz, almamız gereken risklerden ve yapmamız gereken fedakarlıklardan bolca bahseder argümanlarında, hemen karşı koltuğunda oturan kişisel gerçekliğimize cesurca meydan okur. Cüretkar ve bazen patavatsızdır. Ve işte çoğumuzun yaşantısı da, karşıt taraflarında bu iki yabancı benliğin oturduğu, sınırlarının birbirinden uzakta durduğu böyle bir ölçekle temsil edilebilir ancak. İki ucu arasında gel git halinde olduğumuz bu ölçek böylece; birbiriyle farklı görüşteki iki benliğin müzakeresi yoluyla kararlarımızı etkiler. Müzakereyi hangi tarafın kazandığı ya da bir kazananın olup olmadığı, aldığımız kararlar açısından büyük önem taşır. Burada, yazının başından beri sıklıkla bahsettiğim iki temel kavramı açıklığa kavuşturmak istiyorum: Karar ve kırılım. Karar, günlük yaşantımızda ortaya çıkan çeşitli ikilemler karşısında verdiğimiz kesin yargıdır. “Seçenek örneklemi” adı altında da anabileceğimiz pek çok olasılık, zihinlerimizde bir seçim kümesi oluşturur. Karşılaştığımız durum özelinde sürekli farklı kombinasyonlara sahip olan bu küme, perspektifimizi oluşturan pek çok farklı unsur (eğitimimiz, kültürümüz, çevremiz, genetik faktörler vb.) tarafından şekillenir ve dolayısıyla kişiye özgü eşsiz kararların alınabilmesini sağlar. Zihnimizdeki pek çok filtreden geçen bu olasılıklar en sonunda karşılaştığımız anlık veya süreçsel bir olay karşısında aklımıza gelen seçeneklere dönüşürler. Kişinin kendi gerçekliği açısından daha doğru ve kolay bir yargıya varabilmesi adınaysa zihnimiz, bu farklı seçenekleri birbirleriyle kıyasladığımız çok ikilemli bir karar problemine dönüştürür; kısaca bizden bir seçim yapmamızı ister. Öbür yandan kırılım, gerçekleşmesi için belirli koşulların karşılanması gereken kararlar sonucunda meydana gelen değişimdir. Bu doğrultuda, gerçek benliğimiz (gerçeklerimiz) ile ideal benliğimiz (beklentilerimiz, hayallerimiz) arasında yaşanan bir çatışma sonucunda ortaya çıkan ikilemlerin; birbirleriyle kıyaslanması sonucunda verdiğimiz kararlar, hayatımızı farklı bir boyuta ve düzleme taşırlar. Benliklerimiz arasında meydana gelen bu çatışma, mikro ölçekte ne kadar girintili çıkıntılı gözükse de makro ölçekte çoğunlukla düzgün giden yaşam çizgimizin şeklini ve doğrultusunu değiştiren yegane unsurdur. Hayatı yaşamaya değer kılan ve pek çok olumsuzluğuna göğüs germemizi sağlayan, özgür irademizin varlığını bizlere hissettiren bu değerli anlar, çoğunlukla gerçekleşmeyi başaran ve pozitif yönde değişimi sağlayan kırılımlar tarafından var edilirler. Ve işte, tam da bu sebepten bizler, yaşamımızın genelindeki kararları; bir şekilde gerçekleşmesini beklediğimiz veya beklemediğimiz (çokta farketmez) bu kırılımları umut ederek almaya çalışırız. Zaten kırılımları oluşturan bu nadir benlik çatışmalarımız dışında da, hayatımızın çok büyük bir kısmında; kararlarımızı belirli bir monotonluk çerçevesinde alarak ilerleriz. İşte karşımıza çıkan bu kırılım anlarını, belki de yaşantımızda aldığımız kararların oransal olarak çok yüksek bir kısmından farklı kılanda tam olarak budur. Çünkü; gerçek ve ideal benliğimizin ortak paydada çoğunlukla buluştuğu zamanlarda verilen kararların gücü, yaşam çizgimizde beklenen sıçramayı yaratabilecek o kırılımı oluşturamaz. Ancak onlar da gereklidir tabiki. Bir kırılım olabilmesi için gerekli farkındalığın, hatta ve hatta bir kırılımı gerçekleştirebilecek yeterli hazırlığın olabilmesi adına rutin veya görece önemsiz kararların varlığı da bir gerekliliktir yaşamda. Bir gününde yaklaşık otuz beş bin seçimin yapıldığı ortalama bir insan yaşantısında, çoğunlukla bir amaç, beklenti, umut veya gerçeklik peşinde rutine bağlanmış ve önceden belirli aksiyonlardan oluşan bu düzen ve denge durumunun varlığı pek tabii doğal karşılanmalıdır. Zaten hepimizin yaşamı, çeşitli ve farklı beklentilerimiz uğruna bir düzene sokmaya çalıştığımız gerçekliğimiz etrafında geçer bir şekilde. Gelişimin ve ilerlemenin gereksinimi olan bu görece monoton sürecin farkınada pek çoğumuz zaman içerisinde bir şekilde varırız. Çoğunlukla toleransı belirli bir dengenin limitinde kalmak da, bir yandan tüm bu sebeplerden ötürü gereklidir.

Fakat, yine de bu duruma herkes uymak zorunda değildir. Hatta bazılarımız uymak istemez hiçbir zaman. Onların karşılaştıkları ikilemler, bu sebepten dolayı çok daha ağır olurlar. Beklentileri, asla gerçekliğe dönüşemeyecek bir mottoya sahiptirler: Düzeni ve dengeyi, kırılımlarla dolu bir hayatın içerisinde bulmak. Yaşamımızda karşılaştığımız sayısız ikileme karşı aldığımız kararların, her zaman bu şekilde sıkıcı bir monotonluğa sahip olmasını da kabul etmezler. En temelinde hayatın kendisiyle aralarında bir türlü çözemedikleri sorunlar: yaşamın ve evrenin kendi dinamikleridir aslında. İsyankar yaşarlar ve hayatlarında kaosun getirdiği bir düzen isterler. Ulaşılması imkansız bir hedef olsa da, sonucu hüsran olan bu yolda bulunmaktan, pek çoğumuzdan daha fazla zevk aldıkları ise neredeyse kesindir. Tüm bunları düşündüğümde; yazının başından beri konumuzun gizli öznesi olan ikilemlerin en azından benliğimizdeki varlık sebebinin tüm bunlarla ilişkili olduğuna inanmak istiyorum: Hayattaki rotamızı, karşımıza çıkarttığı çatışmalar aracılığıyla özgürce seçebilmemizi sağlamak. Bir yandan özgür irademizi korurken diğer yandan da “bir tiyatro sahnesi” dünyadaki rolümüzü bize bırakmak. İşte böyle, zihnimizde bulunan seçenek örneklemi aracılığıyla, önümüze çıkan onca ikilem arasından istediğimiz kararı almakta özgür olduğumuz için hayatın kendisi de eşsiz bir deneyime dönüşmekte. O değerli ve aranan kırılımları oluşturmakta.

Ben eminim ki, hepimiz birer yazar olarak anlatsaydık hayatlarımızı; bu kırılımlar da kendi kitaplarımızın bölümlerini temsil ederlerdi. Bazılarımızın hayatı, verilen kararlar sonucunda pek çok çatışmaya sahip olur; aksiyonu bol, heyecanlı kurgusuyla içine çekerdi okurları. Mutluluğu ve anlamı sürekli gerçekleşen değişimin kendisinde bulurlardı. Bazılarımızsa az bölümlü, fazla dengeli bir hayatın huzurunda mürekkebini kuruturdu. Analiz ve tahlile bolca önem verirler, yaşamın içerisindeki monotonluklarda en güzel manzarayı bulmaya çalışırlardı. Onları, yönü çoğunlukla değişmeyen rotalarındaki sürekli gelişimleri özel kılardı ve aradıklarını, sebat dolu yaşamlarının içerisinde bulurlardı.

Uzun lafın kısası, günün sonunda, karşılaştığımız her ikilem, karar verdiğimiz her olasılık eşsiz bir yaşamın öyküsünü de taşır içerisinde. En benzer içeriklerde bile, bu ikilemler; dengede giden benliklerin çatışmaları sonucunda verilen kararlar sayesinde özgün kılarlar hikayelerimizi. Benliklerin bu çatışmasını da zaten bu sebepten her iyi yazar kullanır eserlerinde. Ve tam da bu yüzden, bir şaheseri; ikilemler, kararlar ve kırılımlar hep beraber oluştururlar. Hepsi birbirinden önemli ve hepsi birbirinden değerlidir insan yaşamında. Bir yandan hayatlarımızı öngörülemez ve değişken kılarken diğer yandan garip bir şekilde olasılıksal olmasını da sağlarlar. Ancak şunu da unutmamamız gerekli: Kararlar verilmeden, kırılımlar oluşmadan; varlığı yadsınamaz ikilemlerimiz yön verirler ilk adım olarak hayatlarımıza. Kendimizi içerisinde bulduğumuz bu tiyatro sahnesinde, kendi rolümüzü belirlememize ön ayak olur onlar...

Yiğiter Tuncer

Yiğiter Tuncer

20 dk.