Mono No Aware

Şu sıralar bir nostaljik oluyorum galiba. Yazılarımı nostaljik yazıyorum, geçmişe özlemle bakıyorum zamana ve olaylara... Çok mu üzgünüm yoksa şu anki durumumdan, şu anki yaşantımdan? Şu anki halimizden mutlu olamamak bir depresyon belirtisi mi acaba? Küçükken ne güzeldi her şey, ortaokuldayken hiç derdim yoktu, tek derdim bu akşam arkadaşlarımla Minecraft oynayabilecek miyim acaba, aileleri izin verir mi? Benimkiler izin verir mi?

Şu anda bu kelimeleri de yazarken canım sıkılıyor. Zamanın geçmesi elimde olmayan bir şey ama üzülüyorum da aynı zamanda. Bir tane Japon terimi var bu olayı güzelce anlatan: Mono no aware. Bu terim, zamanın geçmesinin hüzünlü olan güzelliği demektir. Ne kadar da güzel anlatılmış - nostaljide, zamanın geçmesinde hep bir tamamen üzüntü yerine hüzünlü, ama güzel anıların verdiği de ufak bir tebessümle hatırlıyorum her şeyi.

Minecraft işte benim mono no aware’m. Her oynadığımda, her müziğini duyduğumda beni durduran, eski anılara götüren bir oyun. O zamanlar versiyon 1.5 üzerinden oynardık, sonra 1.6 çıktı, 1.7, 1.8’ler. Oyunun gelişmesini, yeni şeylerin eklendiğini kendi gözlerimle takip ettim. Eskiden babam oyunlara para vermediği için “crack”ini internetten bulduğum, kim bilir de hangi Truva Atı virüsünü kucaklayan ellerle karşılaştığım bir anım. Crack versiyonuyla da multiplayer oynanmadığı için internet üzerinden başka bir uygulama indirerek oynayabiliyordum. Bu uygulamaların doğru çalışması için de antivirüs programınızı kapatmanız gerekiyordu. Ne salakmışım! Gelmiş geçmiş bütün Sims oyunlarına da para vermemek için internetten antivirüsü kapatıp indirdiğimde ve sonrasında babamın güzelim PC’sine Truva Atı girdiğinde şaşırmış taklidi yapmam da gerekiyordu.

Hey gidi günler! Ne çekmişim bedava oyun indirmeye çalışmaktan... O zamanlar komik değildi tabii ki ama şu anlar yüzümde bir tebessümle anlatıyorum bunları. Her Minecraft oyununa girdiğimde de bu zamanları hatırlıyorum. Sims oynadığımda da hayatımı film şeridi gibi izleyebiliyorum. Babamın benden gizlice Sims 1 oynadığı zamanlar... Bana Nintendo alınan o zamanlar... Nintendogs bağımlısı olup kendimi Golden Retriever sanıp evde havladığım o güzelim günler... Ne kaldı geriye? Okul bitti, işe başlayacağım. Hayata atılıyorum. Kendi paramı kazanacağım, kendi ayaklarımın üstünde duracağım ama aynı zamanda da yorulacağım günler bekliyor beni. Artık oyun oynamaya bu kadar zamanım olmayacağı günler gelecek. Korkmuyorum da, heyecanlıyım bu geçişe.

Bazen düşünüyorum da, acaba oyunlar eskisi gibi benim hayatımın en önemli yerinde midir... Bence hala öyle. Sadece artık eskisi gibi vakit bulamıyorum oyun oynamaya. Hayatımda yapmayı en çok sevdiğim şeylerden biridir çünkü (diğeri de roller coasterlara binmek). Büyüdükçe hayat daha kompleks olmaya başlıyor sanki, tam da Inside Out 2’deki olay gibi, hayat ve duygular basitleşmekten çıkıp beynimi ele geçiriyor gibi hissediyorum, ve oturup, her şeyi düşünmeyi bırakıp biraz oyun oynayayım diyorum ama elimde olmuyor bu. Hep yapmam gereken, ya da daha çok yapabileceğim şeyler aklıma geliyor ve bu beni rahatsız da ediyor. Keşke eskisi gibi olsam, çocuk gibi hayattan ve basit şeylerden keyif alabilsem... 2. el gri Nintendo’sunu eline ilk defa almış bir Defne gibi olabilsem, heyecanlı ve çok mutlu. Gerçekten hayatımın en mutlu anıymış, bilmiyordum...

Ama çok da hüzünlenmeyelim şimdi. Hala hayatımın o zamanki keyfini Minecraft’ı açtığım gibi hissedebiliyorum. Eski Minecraft YouTuber’larının videolarını da hatırlıyorum hala. Ne kadar mutlulukla izlerdim, özellikle SkyDoesMinecraft ve Minecraft serileri yapan, şarkılarını da söyleyen müthiş CaptainSparklez. Eskilerden Sims oynayan YouTuber Quxxn’e de saygım sonsuz. Çocukluğumun önemli parçalarındandır bu kişiler, ve şu an İngilizcem bu kadar iyiyse bunları onlara borçluyum. Çok anlamazdım ne dediklerini o zamanlar ama yine de izlerdim, dedikleri şeyleri taklit etmeye çalışırdım kendi kendime, ve böyle geliştim. Minecraft ve diğer oyunların hepsi İngilizce’ydi ve Türkçe dili yoktu oyunlarda. Aslında her dili böyle öğrenmek lazım, dizileri ya da altyazılarını öğrenmek istediğimiz dil yapıp onu okumak lazım, ya da YouTube’da videolar izlemek lazım, ama artık kimde böyle zaman var ki...

Geçenlerde bir konsere gittim. Bu konser de hayatımın en mutlu anlarından biri haline geldi... Sizlere konserine gittiğim bu grubu önereceğim: The Midnight. Mono no aware terimini onlardan öğrendim. Bu grup 80’ler temasında müzik yapıyor, yani buna synth müzik de diyebiliriz. Dinlediğinizde tam bir nostalji havasını sezeceksiniz. Altına da, dinlerken benzer şeyler hissettiğim Minecraft müziğini bırakıyorum, isterseniz dinleyip benim gibi eskilere dönebilirsiniz.

Bu konu da hakkında yazdım da yazdım. O kadar çok diyecek şeyim varmış ki... İçimde birikmiş. Düşündükçe daha da geliyor aklıma anılar. Belki çok da kafa yormamak lazım böyle şeylere! Yoksa içinden çıkamam, şu anki durumumla mutlu da olamam... İşte mono no aware de, bu yüzden İngilizce olarak “Beauty of things passing” demek.

Defne Şerbetçioğlu

10 dk.