Korkmalıyız, Korkmalısınız!
Sizi en çok ne korkutur?
Korku, hepimizde farkı çağrışımlar yapar. Ölüm, başarısızlık, yalnızlık; belki daha gündelik korkular: yükseklik, karanlık, örümcekler… Bu çağrışımların ortak yönü, korkunun kötü, kaçınılması gereken bir his olması Korku bizi felç edebilir. Bizi hayallerimize ulaşmaktan alıkoyabilir. Bizi küçük hissettirebilir. Korkunun zıddını cesaret olarak algılarız. Korkmamak, korkusuz olmak, erdemli olmanın göstergesidir.
Korkunun koruyucu gücü
İzninizle korkuyu farklı bir perspektiften ele almak istiyorum. Biliyoruz ki korku, esasen bir hayatta kalma mekanizmasıdır. Beynimiz sinir sistemi yoluyla, tehlikede olduğumuzun sinyallerini ileterek bizi korumaya çalışır. Her temel duygu gibi, insanlar için elzemdir. Korku, insanın kendini güvenceye alma eylemini tetikler. Çocukluğunuzu düşünün; anne babalarımız bize sokaktaki yabancıların tehlikeli olduğunu söyler, biz de onlardan korkarız. Büyürken bu korkumuz bilinmeyene, tanınmayana yönelir, alıştıklarımızdan farklı olan kişi ve şeylere korku besleriz, yanlarında güvende hissetmeyiz, çünkü bize verebileceği zararların ihtimali bizi onlardan uzaklaştırır. Korku, bizim kalkanımız haline gelir. Eğer hiçbir şeyden korkmazsak, kendimizi her türlü tehlikenin kol gezdiği bu dünyada kendimizi bir felaketin tam ortasında buluruz.
Peki korku ilerleyip güç ile birleşince?
“Av olma korkusu, bizi avcıya dönüştürür.” — Suzanne Collins
Bize bir şeyi, korku kadar hızlı hiçbir duygu yaptıramaz. Ne motivasyon ne de heyecan. Korku, biz insanlar üzerindeki bu büyük etkisi nedeniyle, aslında bize karşı bir silah olarak da kullanılabilir. Tabii ki tarih boyunca politikacılar, dünya liderleri, bunun farkına bizden çok önce varmışlardır. Korku, aslına bakılırsa toplum üzerindeki en büyük silahtır. Çünkü korku güç ile birlikte kullanılınca, arkasında sessiz bir tehdit yatar. Güce sahip olan, bu silahı istediği gibi kullanıp üzerinde hakimiyet kurduklarına istediği her şeyi yaptırabilir. Bu korku, aslında günümüzde inanılan birçok inancın da temelinde yatar. Bazen bu dünyada, bazen öteki dünyada başımıza gelebileceklerin korkusu, bizi daha iyi bir insan olmaya yönlendirebilir. Temelini caydırıcılıktan alan kanunlar da korku temelinde oluşur. Bir suçu işlediğimizde alacağımız cezanın korkusu, bizi kanun düzenine uymaya teşvik eder. Bir açıdan bakılırsa, bu insanlık için olumlu sonuçlar doğurur. Kaynağını korkuda bulan bu toplumsal normların asıl amaçları bizi iyiye yönlendirmektir. Peki neden korku? Çünkü insanın en büyük teşvik aracı korkudur. Ancak korku üzerine temellendirilmiş bir toplum yapısında, bu gücü elinde tutanların dürüstlüğüne ne kadar güvenilebilir? Nitekim her daim korku altında yaşayan bir toplum, özgür düşüncenin getirdiği ihtimalleri görebilmekten uzaktır. Belki bu yüzden korkusuzluk, birçok düşünüre göre, ihtiyaç duyulan değişimlerin temelinde yatar.
Peki ya korkunun tersi hissizlikse?
“Her gün seni korkutan bir şey yap” — Eleanor Roosevelt
Ne dersek diyelim, korkunun zihnimiz üzerindeki gücü aşikar. Korkuyu gözünüzde karanlık bir orman olarak canlandırın. Bu ormanda hiçbir şeyi göremezsiniz, ağaçların hışırtısı, gizemli hayvan sesleri sizi korkutur. Cesursanız birazcık içine girebilirsiniz, dolaşabilirsiniz, ama o merak hissi çoğu zaman korkuyu aşamaz. İşte bu şekilde korkunun üzerimizdeki gücü, bilinmeyenin gücüne dönüşür.
Korku, yanında en yakın dostu olan kaygıyı getirir. Kaygı, her ne kadar korku gibi kaçınmamız gereken bir duygu gibi gözükse de o da hayatımızın olmazsa olmaz bir parçasıdır aslında. Bulunduğumuz durumun olması gerektiği gibi olmadığını düşünmek ve bundan kaygı duymak, bizi o durumu değiştirmeye iter. Eğer gelecekten korkmazsak onu değiştirmek istemeyiz ve insanlık şu anki gibi uçurumdan aşağı tam hızla devam eder. Bireysel odaklı bir bakış açısıyla incelersek bu korku ve kaygı bizi çalışmaya sürükler, çünkü başarılı olamamaktan korkarız. Kibar davranmaya teşvik eder, çünkü sevilmemekten korkarız. Korkunun bu gücünün toplumsal kapsamda incelenmeye başlamasıyla işin içine empati dahil olur. Bu empati ilk başta çevremizdekilere karşıdır. Eğer yeterince genişlerse dünyadaki tüm insanları, çektikleri acıları, daha da genişlerse gelecekteki insanlar için hissettiğimiz endişeyi de kapsamaya başlar. Empati yoluyla hissettiğimiz bu korku ise, dünyanın sonu yaklaşırken dört elle sarılmamız gereken bir korkudur.
Peki biz dünya için korkuyor muyuz? Yoksa trajediye karşı hissizleştik mi? Savaş, deprem, soykırım… Her gün sosyal medyada gezinirken önümüze çıkan ve üzerine düşünmeden geçtiğimiz ölüm haberlerini düşünün, hemen ardından gelen komik bir paylaşım… Kendimizi içinde kaybettiğimiz içerikler arttıkça asıl önemli şeyler üzerine düşünme zamanımız da azalıyor. Bizi belki normalde derinden etkileyecek bir haber, artık gün içinde gördüğümüz binlerce içeriğin içinde kayboluyor. Çocukluğumuzu düşünelim, ilk kez bir öğretmenin derste savaştan, küresel ısınmadan bahsettiği zamanları. Hepimiz çok korkmuştuk değil mi? O zaman belli ki daha duyarlıydık, dünyanın, insanların başına gelenler, gelebilecekler bizi çok korkutuyordu, gelecek bizim geleceğimizdi. Peki ya şimdi? Artık gelecek bizim geleceğimiz değil mi? Bu dünya hala bizim değil mi? Aslına bakarsak, korkunun bittiği yerde asıl tehlike baş gösterir. Çünkü korkunun yokluğu, beraberinde kötülüğü kabullenişi getirir.
Peki ya siz, korkuyor musunuz? Belki kendi hayat mücadelenizde, kendi duygularınız içinde hapsedildiniz, beyniniz hayatınızdaki bin bir problemle tıka basa doluyken dünyanın geri kalanını oraya nasıl sığdırasınız? Belki siz de herkes gibi hissizleştiniz, kendinizi korumak için yaptınız bunu, her şeye bu kadar üzülürseniz yaşayamayacağınız söylendi, belki de insanlığa ve iyiliğe karşı umudunuzu ve güveninizi yitirdiniz. Günümüzün sorunu şu ki: sanırım biz artık korkmuyoruz. Bizimle aynı sorunları yaşamayan insanların karşılaştığı bin bir felaket bizi korkutmuyor. Bizden farklı olanların problemleri hakkında endişelenmek için zamanımız yok. Gelecek nesiller ve nasıl bir dünyaya gözlerini açacakları hiçbir şekilde bizi ilgilendirmiyor. Oysaki korku bizim korkumuz, ve zihnimizin derinliklerinde gömülmüş olsa bile hala oralarda bir yerde yaşıyor. Belki harekete geçmekten korkarsak hiçbir şeyi değiştirecek gücü kendimizde bulamayız, ama dünyadaki bin bir kötülüğe karşı bir gelecek korkusunun yokluğunda bir değişim için isteğimiz bile olmaz. Hayatın bin bir derdiyle cebelleşirken değişim ihtiyacını hep arka plana atmış oluruz. Bu nedenle benim tezim şu: o korkuyu bulup yeşertmeli, paylaşmalı, yaşamasına izin vermeliyiz.
Acımasızlıktan, sömürüden, adaletsizlikten, düşüncesizlikten,
Korkmalıyız, Korkmalısınız!
15 dk.