Batı'nın ve Doğu'nun Gözünden Hayal

Batı ve doğu, aynı gezegende bulunan iki kutup. Mıknatısın kutupları gibi birbirlerine çok yakınlar ama onları ayıran öyle temel özellikler var ki birbirlerine hiç benzemiyorlar.

“Batıda hayaller gerçekleştirmek için kurulur, doğuda gerçeklerden kaçmak için.”

Derginin giriş yazısını okuduysanız en son okuduğum kitabın (doğrusu hala okumakta olduğum kitabın) Oblomov olduğunu anlayabilirsiniz. Gonçarov’un yazdığı bu roman batı ile doğu arasındaki farkı anlamak için okuyabileceğiniz en iyi kitap. Kitaba ufak bir değinelim. Okumadıysanız heyecanlanmayın. Bu öyle kitabın olay örgüsünü bildiğinizde büyüsü kaçan kitaplardan değil. Zaten bir kitap günümüzdeki matematik denklemi çözme mentalitesiyle yazılmadığı sürece büyüsünü kaybetmez. Giriş, gelişme, sonuç, climax, sonra işlerin çözülmesi falan filan bunlara yer yok. Sadece sayfalarca okuyabileceğiniz betimlemeler, hayret edeceğiniz çözümlemeler ve kendinizi bulabileceğiniz paragraflar var.

Oblomov neydi? Oblomov emekti. Yok pardon, hatlar karıştı. Oblomov doğuydu. Yıkılmakta olan derebeyi sınıfının yarattığı bir insandı. "Benim 5 dairem var, onlardan gelen kirayla gül gibi yaşarım bir daha hiç çalışmam" zihniyetiydi. Zihni örümcek ağı tutmuştu. Yataktan kalkmak bile bir işti onun için. Hele terliklerini giymek? İşlerin en beteri! Eğer doğrulduktan sonra terliklerinden bir tanesini bulamazsa hemen yatağına geri yatardı. Oblomov tembel miydi? Oblomov tembellikti, tembellik Oblomovluktu!

Ama o her zaman böyle değildi. O da her çocuk gibi dışarıya çıkıp oyun oynamak isterdi. Arkadaşlarının suratına kartopu fırlatır, ona atılan kartoplarından kaçamayınca yüzü soğuktan kıpkırmızı olurdu. Sorun ailesinin derebeyi sınıfından olmasıydı. Bir Rus asilzadesi dışarıya çıkıp oyun oynamaz, evinin sınırlarını aşamazdı. Ne zaman dışarıya kaçacak olsa evde kıyamet kopar, bütün köy seferber edilir ve küçük Oblomov aranırdı. Bulunduktan sonra günlerce sıcak yatağına yatırılır, hasta olmasın diye bol bol çorba içirtilirdi. Kitaptaki en sevdiğim kısımlardan bir tanesi:

"İlyuşa somurta somurta evin içince, kış bahçesinde büyütülen bir sıcak ülke çiçeği gibi kalıyor ve onun gibi ağır ağır, cansız cansız büyüyordu. Harcanmak istenen güçleri harcanamayınca içinde kalıyor ve yavaş yavaş körleniyordu."

Anlayacağınız Oblomov her zaman tembel değildi. Problem, Oblomov’un çalışmanın ayıplandığı, iş yapan insanın aşağı taaka olarak görüldüğü Oblomovka’da hayata gelmesiydi. Oblomov emeksizlikti.

En yakın arkadaşı olan Ştolts ise onun tam tersiydi. O batıydı, babası bir Almandı. Kendisi Rusya’da yaşasa da babasının ilkelerine göre yetiştirilmişti. İş yapması ayıplanmaz hatta iş yapmaya zorlanırdı. Meyve toplar pazarda satar, tarlayı sürer, babasından aldığı yevmiyeyi da çarçur etmezdi. Dünyanın her tarafını gezmişti. Köylüler ise arkasından şu Alman’ın elinden bir iş gelmez, o hiçbir şey yapamaz. Derlerdi. Ama Ştolts onların yapamadıkları her işi yapardı. Köylüleri aklı yüzyıllarca anlatılan hikayelerle ve batıl inançlarla dolmuştu.

"Bir ölümün nedeni onlarca, bundan önceki ölünün evin kapısından çıkarken başının ayaklarından önce çıkmasıydı. Bir yangının nedeni, bir köpeğin üç gece pencerenin altında uluması idi. Bu yüzden ölülerin evden daima ayakları önde çıkmasına dikkat ederler; ama aynı yemekleri aynı oburlukla yerler; eskisi gibi ot üstünde uluyan köpeği döverler veya kovarlar ama gene de çıranın kıvılcımlarını çürümüş döşemenin aralıklarına kaçırmaktan geri kalmazlardı."

Bazı ormanlara gece gidilmezdi çünkü insanlar yüzyıllarca anlatılan hikayelerden korkmuşlardı. Geceleri ormanda bazı canlıların hortladığına inanmışlardı. Gece oldu mu köylerin sokaklarında kimsecikler kalmazdı. Burnun kaşınması bir anlama gelirken sağ kaşın kaşınmasıyla sol kaşın kaşınması farklı bir anlama gelirdi. Hatta kitapta bir köylü isyan edip ulan bunların hepsini nasıl hatırlayacağız bile demişti. Ancak bunlara inanmamak mümkün değildi. Gelin beraber okuyalım

"Oblomovka'da hortlaklara, çarpılmalara inanmayan yoktu. Bir yulaf demeti tarlada oynamaya başladı deseler, hepsi birden inanıverirdi. Koçlardan birinin koç değil, başka bir şey olduğu, Marfa'nin ya da Stepanida'nın cadı olduğu söylense herkes koçtan da, Marfa'dan da korkardı. Kazara biri çıksa da koç ne diye başka bir şey olsun ya da Marfa niçin cadı olacakmış, diye sorsa, Oblomovka'nın mucizelere inancı o kadar sağlamdı ki, herkes bu şüpheciye düşman kesilirdi."

Oysa Ştolts’a küçükken korku hikayeleri anlatılmamıştı. Havlayan köpeği sever, istediği saatte istediği ormana girerdi. Başkalarının onun hakkında ne söyleyeceği umurunda değildi. Beyni zırva bilgilerle doldurulmamıştı, o özgür bir insandı. Batı yükselip gelişirken doğu anlatılan eski hikayelerin sanrısıyla uyukluyordu. Batı hedefler koyarken doğu hayaller kuruyordu. Siz yeni yılda kendinizi uyutacak hayaller kurmayın, ulaşabileceğiniz hedefler belirleyin. Ve belki de hedeflerinizi çok dillendirmeyin. Çünkü "Cambazı batıda ha geçti geçecek diye izlerlermiş doğuda ise ha düştü düşecek diye"

Bu da ne doğuymuş be kardeşim. İçinizdeki Oblomovu öldüreceğiniz bir yıl dileğiyle..

Foto

Bora Tavman

10 dk.