Neyi Seveceğiz?

Derginin temasını gördükten sonra içinden güçlü bir ah çeken var mı? Eh bizi milyonlar takip ediyor tabii ki de içinizden birisi (belki de bir çoğunuz) bu tepkiyi vermiştir. Aşk: olmazsa olmaz diyorlar. Kadınlar: başımızın tatlı belaları. Sevgi olması gereken bir duygu. Sevgi lazım ama işleri çok karmaşıklaştırıyor.

“Aşk; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba, insan kendi bilincine mahkumdur.”

Jean-Paul Sartre

Karşınızdakini anlamak, onu dinlemek, ortak paydada buluşmak, ikili dinamikleri geliştirmek… Kadınlar erkeklerden şikayetçiler erkekler kadınlardan. Erkekler Mars’tan kadınlar Venüs’ten. Sevgi lazım ama bu duyguyu karşı cinse yönlendirmek şart değil. Şimdi durup bir soluklanalım. Yazı farklı yerlere gidiyor diye düşünmüş olabilirsiniz. Hayır, sizi o aklınıza gelen şeye ikna etmeye çalışmayacağım.

İnsanın sevgisi var ama başka bir insanla bunu tatmin etmek çok zor. İnsanların çoğu da bu yüzden evlerinde hayvan beslemeye, sevgilerini hayvanlara aktarmaya başladı. Ne de olsa hayvanlarda, “Beni dün neden aramadın?” gibi sorunlar yaşanmıyor. Hayvanın dinamiği bellidir. “Bana yemek veriyor musun? Cevabın evetse seninleyim.” Düşünme becerisi hayvanlar gibi olan başka bir canlı daha var: bebekler. İlişkimizde sorunlar mı var? Birbirimizi artık sevmiyor muyuz? Bunları konuşup evliliğimizi bitireceğimize, mahkemeden gün alıp avukat tutacağımıza, devlet dairelerinden saçma sapan belgeler toplayacağımıza bir çocuk yapalım. Bu kadar işin altına gireceğimize 80 yıl sonra ölecek, bazen mutlu olacak, bazen acı çekecek, bazen de aşık olacak bir canlı dünyaya getirelim. Ne de olsa 30 yıl sonra o da aynısını yapacak.

Sevgisini işine aktaran insanlar da var. Bana belki inanmayacaksınız ama en mantıklısı bu. Görüyorsunuz kapitalizm ruhuma işlemiş. Beni sömüren sisteme karşı çıkacağıma onun yanında savaşıyorum. Gerçekten beynim mi yıkanmış?

Hayatın ne kadar anlamsız olduğunu anlatmaya gerek yok herhalde. Sonsuz büyüklükteki bir evrendeyiz. Güneş sistemindeki büyük bir göktaşında yaşıyoruz. 100 sene önce yoktuk 100 sene sonra da olmayacağız. Değer verdiğimiz her şey yok olacak ve hiç var olmamış olacağız. Sevdiğimiz her insan ölecek, yok olacak. Biz de öleceğiz. Ölümsüzlüğü arayan Gılgamış’a güneş tanrısı Şamaş ne demişti?

“Tanrılar insanoğlunu yarattıklarında ölümü insanoğluna verdiler.

Yaşamı kendilerine sakladılar. Bu senin kaderindir.”

Ama şu anda hayattayız. Bu yazıyı okuyan her insan şu anda varlar. Umut ediyorlar, seviyorlar, küsüyorlar, mutlu oluyorlar, üzülüyorlar. Şu anda hayattayız. Bir dağa çıkmanın, “zen” olmanın, Tibet’teki keşişlerle benliği öldürmeye çalışmanın hiçbir anlamı yok. Tamam, zaten hiçbir şeyin anlamı yok. Ama madem hiçbir şeyin anlamının olmadığı bir hayat verildi size (ve bu trilyonlarda bir gelebilecek bir olasılık) o zaman ne gerek var dağa çıkıp boş bir beyinle yaşamaya. Sevgiyi işe yöneltmek, daha fazla iş yapmak, üretmek yüceltebilir insanı. Üretmenin derdi tasası yoktur (bu yazı yasadışı şeyler üretilmediğini var sayarak yazılmıştır). İşine sevgisini katan her insan hem kendi tatmin duygusu yaşar hem de çevresindekilere tatmin duygusu yaşatır. Siz de konuştuğunuz garson size gülümseyip güzel şakalar yaptığında mutlu olmuyor musunuz? Herkes içindeki sevgiyi işine aktarsa milletçe öyle gülümseriz işte.

Şimdi laf salatası yapmayı bırakıyorum. Yazıya başlarken okuyucuyu bu fikre ikna edebilirim diye düşünmüştüm ama kendimi bile zor ikna edebildim. Her zaman böyle düşünmüyordum. Gerçeği söylemek gerekirse hala da tam olarak böyle düşünmüyorum. 21. yüzyıl insanı iyice bencilleşti. Herkes kendisinin en iyi hali olmak istiyor. Ama kimse bir başkası için iyi olmak istemiyor. Yazımın başında kendinizi işinize vererek daha “iyi” olabileceğinizi söylüyordum. Çünkü çalışmak sizi hiçbir zaman üzmez. Biz de üzüntüden kaçmak için kendimizi gerçek mutluluklardan alıkoymaya başladık. Sevginin getireceği zorluklardan dolayı kendimizi aşka kapattık. Oysa bir insanı sevmek kadar güzel başka bir duygu var mı? İnsan yürüyen bir şiire dönüşüyor bu gibi durumlarda. Başkasını düşünmek, onu özlemek, onunla vakit geçirmek, sonunda ne kadar üzüleceğimizi bilsek de kendi isteğinizle bunu yapıyoruz. Zeytinyağının en acısı en sağlıklısıymış. Sevginin de en güçlüsü en acı vereniymiş.

Yarım kalan sayfam bir şiir eklemek için harika bir bahane.

Sevmek İçin Geç Ölmek İçin Erken

Akşamın acı su karanlığı içinden

Soğuk kadife teması yalnızlığın

Şuh bir kahkaha balkonun birinden

Gizli işareti midir bir başlangıcın

Sevmek için geç ölmek için erken

Başbaşa çay elele yürümek derken

Boğaz vapurları mı iskele sancak

Telefonda kaybolmak sesini beklerken

İnsan insanı yeniler doğrudur ancak

Sevmek için geç ölmek için erken

İçimdeki gökkuşağı besbelli neden

Bulutların içinden kuşlar yağıyor

Bir şiire başlarsın birini bitirmeden

Hiç kimse gözlerine inanamıyor

Sevmek için geç ölmek için erken

Sevmek sevildiğini bile farketmeden

Yaklaştıkça ölüm soğuk bir yağmur gibi

Sevmek zehir zemberek ve yürekten

Gecikerek de olsa vuruşur gibi

Sevmek için geç ölmek için erken

Attila İlhan

Foto

Bora Tavman

10 dk.