Arkadaşım nostalji ve geri dönemediğimiz yaz akşamları

Hepimiz arada sırada deneyimleriz, eski fotoğraflarımızı kurcalarken kafamıza doluşan anılar, yaşandıkları andan daha parlak canlanırlar zihnimizde. Bir fotoğraftan ötekine atlarken, kendimizi rengarenk bir zaman yolculuğunda buluruz. Beynimizin arkasına attığımız, unuttuğumuz o önemsiz anılar birer birer geri gelir bize. Sadece anılara özel renkler, neşeli sesler, yanımızdakilerin sıcaklığı, yaz rüzgarının ferahlığını hisseder gibi oluruz. Cıvıltılı, huzurlu, sevdiklerimizle dolu yaz akşamları, ağaçlar yapraklarını dökmeye başlarken, sıcak havanın yerini sağanak yağmura bırakırken, birer anı olarak bizi ısıtırlar. Bir sonraki yaza geri dönerken ise, içimize bir umut dolar. Umut, heyecan, ama aynı zamanda bir melankoli, azıcık da korku. İşte tüm bunların karışımıdır nostalji.

Nostalji en beklemediğimiz anlarda bizi bulan bir arkadaş gibidir. Beni en son bulduğunda, eğitim hayatımın son gününe, yılın ilk yaz güneşinin selamıyla uyanmıştım. Bahçeden gelen çiçek kokuları, kuş sesleri, tenimde hissettiğim güneşin sıcaklığı, hepsi yaklaşmakta olan yaz mevsiminin habercileriydi. Üniversite kampüsünün etrafında açan Mayıs güllerini görmek, bu kampüste mevsimlerin değişimine, çiçeklerin açmasına son kez tanık olacağım gerçeği, içimde bir burukluk yarattı. Elbette, hepsini teker teker fotoğrafladım, unutmak istemiyordum çünkü; bu çiçekleri, hayatımın dört yılının geçtiği bu kampüsü, bu duygusal anı. Bazı anlar vardır, hayatımızın bir faslının sonuna geldiğini, yeni bir sayfa açtığımızı hissederiz. Alışageldiğin rutin, kişiler, manzaralar, maziye dönüşecektir yakında. Bu tür “son”lar beraberinde hem varoluşsal kaygı hem de geçmiş özlemini getirir.

İşte bu melankoli dolu günde, son birkaç senenin tüm fotoğraflarını yedeklemek aklıma geldi. Telefonumun hafızasının tamamen dolduğunu fark etmiştim, bir yandan da sembolik gelmişti, bu son günde hayatımın bu dönemini baştan sona yeniden deneyimlemek. Üç saat sonra, kendimi bulduğum yer nostalji kuyusunun tam dibiydi.

“Kütüphanem bir özlemler arşividir.” der Susan Sontag. Her şeyin bir fotoğrafta bitmek için var olduğunu söyler. Belki de haklıdır da. Ona göre, fotoğraf çekmek bir başa çıkma mekanizmasıdır. Bazen, dünya ile biz arasında bir lense dönüşür; bir olaya nasıl tepki vereceğimizi çözemediğimizde onu bir fotoğrafta yakalamayı tercih ederiz. Sontag’in deyimiyle “Yakalayıp kaçarız.” Bazen bir kibir göstergesidir fotoğraf, güzel olduğumuz, mutlu olduğumuz zamanlara geri bakarak, en çok beğendiğimiz halini başkalarına göstererek, kendimizi değerli görürüz. Belki de bu mutlu halimizi muhafaza etmek isteriz; kendimize mutlu olabildiğimizi kanıtlamak için. Bazen bir delildir fotoğraf, gittiğimiz yerlerin, gördüğümüz şeylerin, sonsuza dek kalacak bir kanıtıdır. Bazen bir anı yaşamış gibi hissetmeyiz, eğer kaydetmemişsek.

Dijital çağda doğup büyümenin en büyük özelliklerinden biri, hayatımızın her anının kaydedilmiş olması. Herhangi bir cihazımızı açınca, ne zaman istersek bakabileceğimiz, tüm yaşamımızın gözlerimiz önüne serildiği bir arşivle karşılaşırız. Bu arşivi doldurmak, genişletmek isteriz. Yaşamımızı kaydetme eylemi bir içgüdü haline gelmiştir; ya da belki, kaydetmek için yaşarız. Arkadaşlarımızla geçirdiğimiz güzel bir günden sonra, ilk yaptığımız şey onlardan çektikleri fotoğrafları istemek olur. Bir tatile gidince, her şeyin fotoğrafını çekmezsek bir şeyleri eksik yapmış gibi hissederiz. Binlerce fotoğraf, bu şekilde hayatımızın kronolojik bir arşivini oluşturur.

Peki geçmişimizin bu kadar erişilebilir olması bizi nasıl etkiler?

Fotoğrafların olmadığı bir dünyada, anılarımızı saklamak için sahip olduğumuz tek yer zihnimizdi. Anıları saklamak kolaylaştıkça, zihnimizin anı saklayıcısı yavaşça tembelleşti. Artık anıları, kaydettiklerimizden ayıramadığımız bir gerçeklikte yaşıyoruz. Mesela ben küçüklüğümü çok iyi hatırlamam. Aklımda kalan anılar ise, defalarca izlediğim video ve gördüğüm fotoğrafların oluşturduğu hikayelerdir aslında. Peki o zaman benim zihnim de bir sabit diske mi dönüşmüş olur? Gerçek şudur ki, fotoğraflar ile eriştiğimiz şey gerçekten yaşadığımız geçmiş değil, sadece görüntülerdir. Platon’un mağara alegorisi misali, hepimiz bu anılarımızın mahkumuyuzdur, onların yarattığı sahte gerçeklikten besleniriz. Oysaki o yaz akşamlarını bize özel yapan fotoğraflar değil, içimizde kalan o sıcaklık hissidir. Anları canlı tutma çabasından ibarettir fotoğraf çekmek. Fotoğraflar, yalnızca o sıcaklığı hatırlamamıza, alevi birazcık daha canlı tutmamıza yararlar. Onları vazgeçilemez yapan belki de budur.

“Çok daha parlak bir mürekkeple basılmış anılar, bana sevdiğimi hatırlatıyor, düşünmeyi öğretiyorlar.” (Dodie, “When)

Geçmiş, her zaman olduğundan daha tatlı gelir bize. O güzel yaz akşamlarını tekrar tekrar yaşarız. Davulun sesi uzaktan hoş gelir misali, anılarımızdan uzaklaştıkça bize daha güzel gelmeye başlarlar; her ne kadar o zaman da şimdiki kadar zorlandığımız, mutsuz olduğumuz anlar olsa da. Anda yaşayalım yaşamasına, hiçbir zaman tam olarak tatmin olamayız, özellikle geçmişin o tatlı çağrıları her an aklımızdayken, hala elimizdeyken. Her kış, yazın geri gelmesi için yaşarız. O dönemde ne kadar derdimiz tasamız olsa da geçmişe hep özlemle bakarız. Bazen bu özlemin içine pişmanlık karışır: "Ah o zamana geri dönseydim, her şeyi farklı yapardım!" Bazen de yas baş gösterir: "Keşke onunla bir gün daha geçirebilseydim, o yaz." Bizi yakaladığı gibi esir alır anılar; onların içinde yaşadığımız sürece güvendeyizdir, ama aslında yaşamış olmayız.

Belki bir zamanlar, nostalji sadece arada sırada ziyarete gelen uzak bir akrabaydı. Şimdi, onu gittiğimiz her yerde buluruz; girdiğimiz her uygulamada, evimizin duvarlarındaki fotoğraflarda, eski mesajlar ve günlüklerde. Eğer ayarında kullanmazsak, nostalji bizi ayaklarımızdan bağlayıp sürekli geriye doğru çeker. Ve biz sürekli bu şekilde sabit kalırız, Orpheus gibi bir gözümüz hep arkamızda. Sontag’in sözleriyle, eğer hayatımızın odak noktası şimdiyi değiştirmek değil, geleceği anmak ise, asla ilerleyemeyiz. Bilmeliyiz ki, o yaz akşamları hiç geri gelmeyecek, biz de ne kadar istesek de onlara geri dönemeyeceğiz. Hayatımın bu bölümünün ve bu yazının kapanışını yaparken, eski kitap ve defterlerimle, eski fotoğraflarımla, eski cümlelerimle birlikte, bu bitmez tükenmez nostalji hissini de bir kutuya kapatarak veda etmek istiyorum. Öyle ki, geri dönemeyeceğimizi, arkamızda kalanların sadece bir seraptan ibaret olduğunu fark ettikten sonra yapabileceğimiz tek şey, silkinip önümüze bakmaktır. Kamera lensimizin kadraja almadığı o detaylar ile baş başa kalıp, sadece o anı yaşamak… Ne olacak ki sonsuza kadar o yaz gecelerinin serabında yaşayamayacaksak? Sırada yeni yaz akşamlar var.

Deniz Onuk

Deniz Onuk

14 dk.