Erteleme Ekonomisi

Evet. Uzun bir ertelemeden sonra sonunda başlıyorum. Ertelemeyi hem çok seviyorum hem de hiç sevmiyorum. Bugün güzel hoş da, yarın can sıkıyor.

Üniversitede “boş ders” diye adlandırılan “Profesyonel Gelişim” dersinde bir yazma metodu öğrenmiştik. Üniversitede öğrendiklerimin çoğunu unuttuğumu düşünürsek, çok da boş ders değilmiş. Tabi okulda iken hayata bakış açısı çok farklı. Matematik filan önemli, sınavı olmayan dersler ise boş. Neyse yöntem şu: sadece yazmaya başla ve aklına ne gelirse yaz. Düşünmek için durma, sorgulama ve sadece yaz. Yaklaşık 1 aydır ne yazsam nasıl yazsam güzel yazmalıyım diye düşünürken hiç bir şey yazamıyorum.Bir arkadaşım vardı, çok iyi bildiği bir dersin sınavında, önce bütün cevapları başka kâğıda yazıp sonra muntazam bi şekilde sınav kâğıdına geçirecekti Yetiştirememiş , 60 filan almıştı Okulu bitirip hayatta ne yapmak istediğini bilmeyen bir genç olarak benim de ortalama bir günüm hayatta ne yapmalı nasıl yapmalı, hayatı nasıl güzel ve ilginç yaşamalı sorularına cevap aramakla geçiyor.

Okul hayata göre çok basit, sınavda doğru cevaplar var, onları yapabilirsen başarılısın, yapamıyorsan yeterince çalışmamışsın. Gerçek hayat ise tam tersi, doğru bir cevap yok, ve onu ararken hayat kaçıp gidebiliyor. O kadar planlama ve düşünme de çok bir işe yaramıyor gibi. Sanki sadece yaşamaya başlamalısın, gerisini yaşarken düşünürsün.

Dergimizin sevgili yazarlarından Cem Gülan arkadaşım bana dergimizde yazmak ister misin dediğinde çok heyecanlandım Ama tabii ki de o gün yazmaya başlamadım, daha çok vardı nasıl olsa. Diğer gün heyecanım biraz azaldı, erteleme fonksiyonlarım devreye girmeye başladı. Bir yandan heyecanla kafamda ne yazacağımı kurarken, bir yandan da erteleyip duruyorum. Neyse zaman geçtikçe geçti, erteledikçe daha da büyüyen ve dağ gibi biriken sorumluluklar. Ama kaçış yok, bugün yediğin hurmalar yarın kapını çalıyor. Yani bugünün keyfini sürerken” yarınki kendinden” zaman çalıyorsun. Kafanı meşgul eden o sorumluluk hissi de cabası Ekonomi de aynı bu şekilde bir mekanizmaya sahip. Buna” kredi” deniyor, şu an sahip olmadığın parayla keyif sürebiliyorsun. Ödemeyi erteliyorsun aslında, istersen bitcoin alıp zengin olmayı denersin (artık o tren kaçtı gibi...), istiyorsan tatile gidip keyif sürebilirsin.

Ancak unutmamalı ki cefasız sefa olmuyor. Ertelediğin her ödeme veya sorumluluk ekstra bir bedelle tekrar karşına geliyor. Buna istersen faiz de istersen de seni rahatsız eden sorumluluk hissi. Şu anda herkesin fark ettiği gibi ekonomi kötü, sadece Türkiye’de değil bütün dünyada kötü. Bunu sadece heterodoks politikalara bağlamak yanlış olur (belki etkisi olabilir...) Ancak bütün dünya zor zamanlardan geçiyor ve bu durum daha da zorlaşacak gibi duruyor. Aslında çoğu şey gibi bir karşılaştırma meselesi. Ekonominin iyiliğini veya kötülüğünü başka bir zamanla karşılaştırmadan ifade etmek mümkün değil. Mesela eskiden yurtdışı uçuşlarda bedava yemek verirlerdi. Hem de köfte veya tavuk seçmeli. Şimdi hem uçak bileti almak daha zor, daha pahalı, hem de yemek vermiyorlar. E peki bu neden böyle?

Ekonomiye aslında basit olarak bütün ekonomik işlemlerin toplamı diyebiliriz. Mesela bir gofret satın almak gibi. Bir taraf paradiğer taraf ise mal veya bir hizmet alışverişi yapıyor. Bu işlemler insanlar, şirketler ve devletler tarafından her saniye gerçekleşiyor. Bir diğer konu ise, günümüzde çoğunlukla alışveriş yapılan araç para değil kredi oluyor.

Kredi oluştuğu zaman harcamalar artıyor, harcamalar artınca gelirler, gelirler artınca borç verenler daha rahat kredi veriyor,. Bu kendi kendini besleyen sistem ekonomik büyüme yaratırken uçakta da köfte veya tavuk yeme seçeneği sağlıyor. Türkiyede küçük çocukların bile sokakta konuştuğu faiz kararları da bu kredi miktarını etkilemekte kullanılıyor. Eğer ekonominin büyümesi isteniyorsa faizler düşürülüyor veya ekonominin küçülmesi isteniyorsa faizler arttırılıyor. Şimdi sorabilirsiniz neden bir ülke küçülmek istesin ki. Mutsuzluk olmadan mutluluğun var olamadığı gibi (bakınız. Dan Bilzerian bile mutsuzum demiş), sürekli büyüme de maalesef sürdürülebilir değil gibi duruyor. Kredi kazandığımızdan fazla harcama şansı sağlıyor. Eğer bu hak etmediğimiz fazla parayla Bodruma gidersek, bir problem ortaya çıkıyor. Borçluyuz ve borcumuzu ödeyebileceğimiz bir üretim yapmadık. Bunun sonucunda gelecekteki kendimize bir sorumluluk bıraktık. İleride ürettiğimizden bile daha az harcayabilecegimiz bir zaman yarattık. Ekonomi de böyle döngülere sahip, kredinin çok arttığı zamanlar ekonomik büyüme gerçekleşiyor ve refah artıyor. Ancak bu büyüme üretimle desteklenmediği zaman balon şişmeye başlıyor. Köfte veya tavuk seçerken güzel de, balon çok şişince de patlıyor. Ekonomi kötüye gitmeye başlıyor, kendini besleyerek büyüyen sistem tam tersine dönüyor, ve o hep ertelediğimiz gün gelip çatıyor. Artık bir yere kaçış yok. Bugün gibi. Neyse, uzun bi ertelemeden sonra bugün geçmişteki borçlarımı ödeyip yazımı yazdım. Geçmişteki Yunus’a sinirliyim, o baya keyif sürerken bana bol faizli bi sorumluluk bıraktı. Bir aydır yaşadığım bu sorumluluk hissi beni baya yordu, eskiden bu kadar değildi. Yaş ilerledikçe bu faiz oranı artıyor sanırım. Büyükler o yüzden ertelemeyi çocuklar kadar sevmiyor. Ancak söylemeden geçmeyeyim, kafaya takmayıp işi yarınki Yunusa devretmenin de keyfi çok ayrı oluyor. Hala genç hissediyorum sanırım.

Yunus Emre Tekgül

12 dk.