Hayaller, hedefler ve sonu olmayan bir yol

İlkokul öğretmeni, sınıfta öğrencilere bir ödev verir. Ödevin konusu: “Hedefleriniz”. Gelecekte yapmak istedikleri mesleği resim olarak çizip ertesi gün teslim edeceklerdir. Herkes bilir ki çocuklar için hedef ve hayal eş anlamlı sözcüklerdir, bu yüzden kafalarında bu konuyu “hayallerim” diye anlarlar. O yaşlarda hayal güçleri geniş, gelecek uçsuz bucaksızdır. İstedikleri her şey olabilecekleri söylenir; uzaya çıkıp aya adım atabilirler mesela, ülke başkanı olup insanlığı yönetebilirler, milli futbol oyuncusu olabilirler, balerin olup dünyanın etrafında dans edebilirler, ressam, müzisyen, bilim adamı, bunların hepsini aynı anda veya art arda olabilirler. Çocuklar için imkansız yoktur, sınıfın hayalperest kızı prenses olacağını söyleyince hoca onu terslemez, sadece gülümser, çünkü çocuklukta yaratıcılık takdire şayan bir özelliktir, çünkü bu yaratıcılık onların geleceğini etkilemeyecek bir yaratıcılıktır.

Lisenin son yılında, sınava hazırlanacak öğrencilere öğretmen soru sorar. Konu yine aynıdır: “Hedefleriniz”. Çocuklukla yetişkinlik arasındaki o sancılı dönemde hapsolmuş genç öğrenciler, çoktan kategorilere ayrılmaya mahkum bırakılmıştır bile. Sınavda hangi derslerin sorularını çözecekleri onları sınıflara, ve daha da önemlisi meslek gruplarına ayırmıştır. Artık seçenek havuzu sınırlıdır; doktor, mühendis, avukat, dişçi, bankacı, çevirmen, öğretmen, psikolog… Bu havuzun dışarısında hedefleri olan öğrenciler yok değildir tabii ki. Bunlar ya hayal kurmaya lüksü olan yüksek gelirli aile çocukları, ya bir alanda müthiş yetenekli veya tutkulu olan şanslılar, ya da hayal kurmaktan asla vazgeçememiş Peter Pan’lardır. Hayal gücü, artık eskisi gibi rağbet görmez. Makul miktarda hayal gücü bizleri ilgi çekici yapar, ama çok fazlası bizi gerçeklikten uzaklaştırır. Aileler, öğretmenler ve dünya, bu hayal gücünün çevresine sınırlar inşa edip bir kutuya hapseder. İçimizdeki minik çocuk azarlanır: Hayalperestliği artık bırak, hayatın için gerçekçi hedefler koyma vakti geldi. Artık hayal ve hedef gençlerin kafasında kalın bir çizgiyle ayrılmıştır. NASA’ya girmeleri için Amerikan vatandaşı olmaları gerektiği, milli sporcu olmak için yeterince uzun, atletik veya çevik olmadıkları, bir sanat alanında kendilerini geçindirmek için seçeneklerin çok sınırlı olduğu defalarca tekrarlanarak kafalarına kazınmıştır. Artık çocuk değillerdir.

Üniversiteden mezun olacakken iş bulma telaşı başlar. Yirmilerinin başlarındaki genç yetişkinler, büyük umutları ve heyecanlarını ceplerine sığacak kadar küçülterek geleceğe bitmez tükenmez, onlara defalarca aşılanmış bir karamsarlıkla bakarlar. Artık onlara söylenen yalanları anlamışlardır ama çok geçtir; liseye girince, üniversiteye girince ve mezun olunca hayat sihirli bir şekilde güzelleşmeyecektir. Hatta bu zorlu dönemlerin sonunda onları daha da zorlu dönemler bekliyordur ve en kötüsü, bu cümleyi kendilerine defalarca tekrarlayacaklardır. Aile yemeğinde hedefler konusu açılır ve herkes gence döner. İleride onu parlak, hatta göz kamaştırıcı bir gelecek bekliyordur. Ailenin yaşlı üyeleri bu sözleri söylerken, kelimelerinin arasından umudun yanında hafif bir kıskançlık sızar. Her tavsiyenin altında yatan yakarış: “Senin yerinde ben olsaydım, ben de gençliğe geri dönseydim, birçok şeyi farklı yapardım, farklı kararlar alırdım.” Oysaki gence verdiği tavsiyeler hayal kurması, hayatı tadını çıkararak yaşaması değil, ona uygun görülen hedefleri bir asker edasıyla taşıyıp ona hazırlanan tahta oturmaktır. Hukuk okuyan bir gence avukat mı hakim mi savcı mı olacağı sorulur. Tıp okuyanın hayatı boyunca kimliği ailenin doktoru olacaktır. Mühendislik okuyana hangi büyük firmada çalışacağı sorulur. Sanat okuyan kuzene bir soru sorulmaz, herkes biliyordur ki onun hedefi sadece bir hayaldir, gerçekçi değildir, ileride bu yolu seçtiği için pişman olacaktır. O da hayallerinin yükü altında ezilmemeye gayret ederek hayatta kendine biçtiği yolda ilerlemeye devam eder. Mutlu olacak mı olmayacak mı, cevabı kendisi bulacaktır.

Yetişkin kelimesini kendine yakıştırmaya başladıktan sonra büyükler dünyasına adım atmanın en son basamağı, içindeki çocuğun izlerini tamamen silmektir. Bir zamanların hülyalarından vazgeçmiş yetişkinler, içinde barındırdıkları hayallerin sonsuza kadar hayal olarak kalacağı gerçeğini kabullenmiş, kaderine boyun eğerek onları refaha götüren yolda ilerlemeye devam etmişlerdir. Bu hayaller asla tamamen kaybolmayacaktır. Öyle bir gün gelir ki, bu hayalleri çocuklarının hayalleri olur. Veya, ki bu en iyi ihtimaldir, bir gün hiçbir hedefin yaşı olmadığını anlarlar ve bu yolu kendilerine açmak için var güçleriyle işe koyulurlar. Yetişkinler için hedefler hayalden en çok uzaklaşmış, ama aslında bir anlamda özdeşleşmiş haldedir. Onlardan hayal kurmaları istenince içlerinde hapsedildikleri kutuyu o kadar özümsemişlerdir ki, gerçekçilikten yoksun bir hayali kafalarında canlandıramazlar bile. Hedefleri sorulunca basit şeyleri düşünürler: şu yaşa kadar şu kadar terfi almak, şu kadar kazanıyor olmak, ev veya araba sahibi olmak, çocuklarını şu okula göndermek, şuraya tatile gitmek, şu kıyafeti almak, şu kadar zayıflamak, şu kitabı okumak, şu dili öğrenmek… Hedefler artık yaşıtlarımızın hazırladığı ve bize altın tepside sunduğu seçkilerden ibarettir. Özendiğimiz herkes bu sınırlı hedeflerden birini gerçekleştirdiklerinden övünür, biz de önümüzdeki yıl için hedefimizi bunlar arasından seçeriz.

Hedeflerimizin olmaması ise kabul edilemeyecek bir ihtimal olarak görünür. Hedefi olmayan bir kişinin hayata dair tüm umutları ve isteği bitmiştir. Toplum, her daim ilerlemeye gayret göstermeyen kişileri küçümser. Gelgelelim nereye ilerlediğimiz sorulunca cevabı kimse bilmez. Bu yol nereye kadar, ne için yürümeye devam ediyoruz, yolun sonunda ne olmasını bekliyoruz, tasvir ettiğimiz bu sona ulaşınca sonraki adımı nereye atacağız? Duraksamak o kadar kötü müdür? Olduğumuz yerde nefes alıp, sahip olduklarımıza bakıp minnet duymak. Derin nefesler alıp dünyanın bize sunduğu güzellikleri kucaklamak. Hayatın tek anlamı ilerlemek midir, yoksa hayatın anlamı sadece yaşamak olabilir mi? Bu tür düşüncelerle, bir yıla daha adım atıyoruz.

Fark etmeyiz ki içimizdeki çocuk hala yaşıyor ve bize her an bir yakarış içerisinde. Aradığımız cevabı aslında o söylüyor. O çocuğu dinlemekten korkarız çünkü biz küçükken büyüklerin bize söylediklerini biz de artık ona söyleyeceğiz: hayallerin gerçekçi değil, akıllıca değil, onları göm, üzerlerini ört, görülemeyecek, ulaşılamayacak kadar gizle onları. Belki bu yıl bir değişiklik yapıp bu sözcükleri sarf etmek yerine o çocuğa kulak vermeyi seçeriz, belki de bir bildiği vardır.

Her yeni yıla girerken o yıl için hedeflerimi yazarım. Seneler boyunca bu hedefler o kutunun içinden, hedef kitabından alınmıştı: istediğim üniversiteye gireceğim, daha fazla spor yapacağım, yeni bir dil öğreneceğim… Bu hedefleri gerçekleşemeyince ise tüm yılım boşa geçmiş gibi hissederdim. O yüzden artık hedeflerimi içimdeki çocukla beraber yazıyoruz. Yanıma oturuyor, bize çay yapıyorum, sevdiğim müzikleri açıyorum ve önümüzdeki yıla bakıyoruz. Sonu olmayan bu yolun yolcuları olarak, bir anlık bile olsa duraksıyoruz, soluklanıyoruz. Sevmeyi, sevilmeyi öğrenmeyi, anda yaşamayı, hayatı anlamlı kılan asıl şeyleri keşfetmeyi hayal ediyoruz. Ve yazmaya başlıyoruz.

Deniz Onuk

Deniz Onuk

15 dk.