Canavarlar da Sevebilir Mi?
“Sadece bazı kişiler buna sahip olabiliyorsa bu mutluluk değildir.”
Ekim ayında Filmekimi programında gösterilen 2023 tarihli yeni Hirokazu Kore-eda filmi olan Monster’ı izlemeye gittim. Broker, Shoplifters ve Our Little Sister gibi filmleriyle izleyicilerin kalbini kazanmış yönetmenin yeni filmi, Cannes’da en iyi senaryo ödülünü aldığı için, beklentilerim oldukça yüksekti.
Kore-eda filmlerini izlerken hissetmeyi beklediğim duygular vardır; karakterlere üzülürüm, onlarla empati kurarım, yalnızlık ve umutsuzluğun nasıl sevgi ile iyileştiğini, insanların nasıl birbirlerinin kurtarıcısı olduğunu görür ve filmin sonunda kalbimde bir parça umutla sinema salonundan çıkarım. Bu filmden de benzer bir kurgu bekliyordum. Ancak Monster tüm beklentilerimi, en güzel şekilde yerle bir etti.
Monster, iki defa izlenmesi gereken bir film. İlk izleyişte, özellikle Kore-eda’nın tarzını bilmeyen izleyiciler için, farklı karakterlerin perspektifleri üzerinden çözülen bir gizem filmi olarak karşınıza çıkıyor. İkinci izleyişte ise filmin asıl temalarını anlamış olarak izliyorsunuz: yabancılaşma ve sevgi. Film, bir anne ve oğlu üzerinden gelişiyor. Minato bir gün annesine soruyor: “Anne, ben ne olarak yeniden doğacağım?” Hem bu soruyu hem de Minato’nun son zamanlardaki davranışlarını anlamlandıramayan annesi ise, oğlunun artık gerçekten anlayamadığı bir kişiye dönüştüğünü fark etmenin rahatsızlığını yaşıyor. Ne de olsa bir annenin en kötü kabusu, çocuğunun aklını kaybetmesi. Bir gün oğlunun okulda yaralandığını fark ediyor. Suçlanan kişi ise, filmin ilk canavarı: oğlunun okuldaki sınıf öğretmeni Hori. Anne, öğretmeni şikayet edince, okul müdiresi ve öğretmenlerin umursamaz, zombiye benzer tavırları ile karşılaşıyor. Onların gözünde hem Hori hem de müdire birer cani, birer canavar. Annenin deyimiyle onlarda “insan kalbi yok.”
Peki insanlık nasıl kaybedilir? Bir kişi sahip olduğu insanlığı nasıl yitirir ve bu çevresindekiler tarafından nasıl anlaşılır? Daha da önemlisi, insanlık yitirilebilen bir şey midir?
Minato’nun sınıf arkadaşı Yori, okulda zorbalanan, çevresindekiler tarafından tuhaf bulunan bir erkek çocuk. Minato’ya, beyninin insan beyni değil, domuz beyni olduğunu söylüyor. Bu sözler, ona babası tarafından aşılanmış. Bu sözler Minato’yu o kadar derinden etkiliyor ki, ona en büyük hayalinin oğlunun sıradan bir aile kurup sıradan bir hayat yaşaması olduğunu söyleyen annesine şu soruyu soruyor: “Bir insana domuz beyni nakledilirse o kişi insan mı olur domuz mu?” Hem Minato hem de Yori, birbirlerini sevdiklerinden dolayı beyinlerinin domuz beynine dönüştüğüne, insanlıklarını yitirdiklerine inanıyorlar. Bu sevgileri, toplum tarafından aşağılanıyor, ötekileştiriliyor.
Annenin Minato’yu anlayamayışı ve bundan dolayı gelişen korku ve rahatsızlık hisleri, onun toplumsal normlar tarafından sınırlandığını gösteriyor. Çocuklar ise yetişkinlerin yarattığı bu dünyada kısıtlanmış ve izole edilmiş hissediyorlar. Minato, annesinin hayallerini asla gerçekleştiremeyecek olmasının ve olduğu kişinin annesini üzecek olmasının yükünü taşıyor. Ona bu duygularını anlatmaya da çalışıyor: “Anne, benim için üzülme.” Çünkü onu mutlu eden sevgisinin, annesini üzeceğini biliyor.
Filmin ikinci kısımda bu olayların hepsini Hori öğretmenin gözünden en baştan izliyoruz. Aslında hiçbir şekilde öğrencilerine şiddet göstermeyen Hori, suçun kendisine atılmasının şokunu yaşıyor. İzleyici olarak tam bu anda biz de onunla birlikte bu şaşkınlığı yaşıyoruz; çünkü o ana kadar biz de Hori’ye, ve onu savunan okul müdiresine bir canavar gözüyle bakıyorduk.
Filmde aslında canavar kelimesi birkaç defa geçiyor. Babasının Yori’ye canavar demesi dışında, anne öğretmenleri, öğretmenler de velileri canavar olarak niteliyor.
Peki bu kişileri canavar yapan ne? Farklılıkları mı? Etrafındaki insanlara çektirdikleri acılar mı? Küçük bir çocuğun kendini canavar olarak görmesine neden olan bu toplum yapısı ve ağır yargılar, ne kadar kabul edilebilir?
Kore-eda’nın ağzından: "Bazı insanlar kendilerini anlayamadıkları şeylerden ayırmak için 'Canavar' etiketini kullanıyor.”
Filmin en etkileyici sahnesinde Minato ve müdire konuşuyorlar. İkisi de toplumun gözlerinde birer canavar. Minato, ona sıcak davranan müdireye, en büyük sırrını paylaşıyor: Yori’ye olan sevgisi. “Benim sevdiğim biri var.” diye başlıyor; “Hiç kimseye söyleyemeyeceğim için yalan söylüyorum. Çünkü asla mutlu olamayacağımı bilecekler.” Bu sahne Minato’nun üzerindeki yükün ne kadar ağır olduğunu gösteriyor bize. Farklılıkları, onun sevgisini, annesi ve tüm dünyanın gözlerinde acınası, utanılası bir şeye dönüştürmüş. Bu sözleri duyan müdire ise filmin bence en can alıcı repliğini söylüyor Minato’ya: “Bu çok saçma. Sadece bazı kişiler buna sahip olabiliyorsa bu mutluluk değildir. Mutluluk, herkesin sahip olabileceği bir şeydir.”
Minato, sevgisini utançla taşıyor. Düşünsenize, sizi dünyanın gözünde canavar yapan şey sahip olduğunuz sevgi. Oysaki sevgi ne kadar saf, güzel bir duygu. Hele bir çocuğun sevgisi. Müdirenin sözleri de tam bu noktaya parmak basıyor. Eğer sevgi dediğimiz duygu, sadece belirli kişilerin hissetmesine izin verilen, sadece belirli kişiler sahip olunca mutlulukla ilişkilendirilen bir kavramsa, o sevgi gerçek değildir. Çünkü sevgi, herkesin sahip olabileceği bir şeydir.
Filmin sonuna doğru Minato, Yori’yi görmek için evine gidip kapısını çalıyor. Kapıyı Yori açıyor, arkasında ise agresif bir ifadeye bürünmüş babası. Babasının zoruyla Yori, Minato’ya artık hastalığının iyileştiğini, normal olduğunu söylüyor.
Minato’nun cevabı ise onun artık kendisini ve sevgisini kabullenişinin, bir bakıma yeniden doğuşunun göstergesi: “Sen hep normaldin.” Yori babasının gözünde, okuldaki zorbalarının gözünde bir canavar; ama Minato’nun gözünde o sadece bir çocuk, sevginin ne olduğunu anlamaya, anlamlandırmaya çalışan, ona nefretle bakan insanların arasında kendini bulmaya, sevgisi ve saflığını korumaya çalışan bir çocuk.
Monster, çevremizdeki canavarların hikayesi. Belki bazılarına göre bir gerilim filmi, bazılarına göre ise bir trajedi. Yine de tüm bu kaosun arkasında ise aslında filme bir iyimserlik duygusu hakim. Bu duygunun kaynağı ise bu ayki konumuz: sevgi. Karakterlerin taşıdığı sevgi; annenin ve öğretmenin çocuklara, çocukların ise birbirlerine olan sevgisi, önyargı ve sınırlarla dolu bu dünyanın engellerini aşmayı başarıyor. Ve en nihayetinde, Minato ile Yori yeniden doğuyorlar. Birer canavar değil, birbirlerini ve kendilerini seven iki insan olarak.
Sevgili okuyucular, hepimiz bazı insanların gözünde birer canavarız, elbet bizim gözümüzde de bazı insanlar birer canavar. Ama unutmamalıyız ki o canavarların da hikayeleri var, o canavarlar da özlerinde birer insan. En nihayetinde, “canavar”lar da sevebilir.
Kore-eda’nın röportajı:
https://www.forbes.com/sites/danidiplacido/2023/12/14/director-hirokazu-kore-eda-talks-the-meaning-of-monster/?sh=6a1e1fac1af1
15 dk.