Bir Takımı Tutmaktan Vazgeçilebilir Mi?
Uluslararası alanda başka sporlarda daha başarılı olsak da Türkiye’de en önde gelen sporun futbol olduğu tartışılmaz bir gerçektir. Futbol takımları da her ne kadar diğer spor branşlarında da genellikle takımları olsa ve onlar da aslında futbol kulübü değil de bir spor kulübü olsalar da çoğunlukla sadece futbol takımına odaklanılır. Fakat her zaman işler yolunda gitmez… Tuttuğumuz takımda işler iyi giderken desteklemek kolaydır. Bu takımlar her zaman da iyi dönemlerden geçmiyor. Kötü gidişlerin en sıkıntılı noktası da bir taraftar olarak bu kötü gidişatı durdurabilecek elinden gelen hiçbir şey olmaz. Peki görünen kötü gidişat bir taraftarı bu kadar tutkuyla bağlı olduğu kulüpten vazgeçirebilir mi?
Bir takımın taraftarı olmak çok farklı ve özel bir duygudur. Hiç tanımadığın insanlarla aynı duyguları paylaşırsın, takımın gol attığında hiç tanımadığın bir insan sarılırsın veya aynı üzüntüyü paylaşırsın. Hiç yan yana gelmez dedin insanlar bile konu taraftarlık olunca yan yana gelir. Bazen koskoca bir şehrin umudu olur bir takım, bazense bir şehrin en büyüğü olma çabası ve rekabeti vardır. Hayatta her zaman her şey yolunda gitmediğinde insanın kaçacak bir noktasıdır aynı zamanda tuttuğu takım. Belki de hiç kimseye karşı hissedemediği hislerin bir dışavurumudur. Yaşanılan ilk heyecan, duyulan ilk hüzündür. Ve bir taraftar sadece dışarıdan izler takımını, bağırır çağırır, tezahüratlar marşlar söyler fakat bazı şeyler kötü gitmeye başladığında da kendini yiyip bitirmekten başka da bir şey gelemez elden… Belki kulüp üyesi olup oy kullanabilir, belki başkan adayı olabilir. Ama bu başkanlık da aslında taraftarın olabileceği bir statü değildir. Taraftar olmak bireysel değil toplu bir organizasyondur, başkanlık ise tek kişi ve diğer beş on yöneticiden ibaret.
Kendimi bildim bileli Beşiktaşlıyım desem yanlış olur. Ben kendimi bilmiyorken de Beşiktaşlıydım. Hatta ben daha doğmadan bile Beşiktaşlıydım desem yalan olmaz. Beşiktaşlı olmak ailemden bana geçen genlerin bir parçasından başka bir şey değildi. Beşiktaş’ın kötü gittiği zamanlar belki de benim gördüğüm iyi gidişatlarından daha fazla olmuştur. Fakat her zaman bu takımı tutmanın bir duruşu ve anlamı vardı. Takımın misyonu ve duruşu, taraftar grubunun yaptığı protestolar ve kulüp yapısı ile Beşiktaşlı olmak “galibiyetlerüstü” bir yerdeydi. Bir maçta son dakika kaçan bir pozisyonla galibiyet kaçınca bütün futbolcuların kendini yere bırakması, Van depremi sonrası sahaya atılan atkılar ve formalar, taraftar gruplarının hiçbir zaman bitmeyen desteği ve yaratıcı tezahüratları, ve daha bir çok şey Beşiktaşlı olmak için yeterli şeylerdi…
Beşiktaş’ın başkanları her zaman protesto edilmiş ve tabiri caizse “küfür kıyamet” gönderilmiştir. Efsane ve onursal başkan olarak anılan Süleyman Seba için bile aleyhinde tezahüratlar yapmıştır Beşiktaş taraftarı. Seba’dan sonraki başkanlar da ağır ve sert protestolarla karşı karşıya kalmışlardır. Bu protesto ve tepki dönemleri bir başka deyişle takımın kötü gidişleridir. Bu kötü gidiş dönemlerini söylediğim gibi çok fazla görmüş olsak da bugünlerde yaşadığımız kötülüğü, rezilliği ve iş bilmezliği daha önce Beşiktaş’ı geçtim başka hiçbir takım yaşamış mıdır? Zannetmiyorum.
Beşiktaş’ın bu dönem içerisinden geçtiği süreçte ilk başta başkan ve yöneticiler olmak üzere çok fazla saçmalıklarla taraftarı kulüpten soğuma noktasına getirmiştir. Kötü giden dönemlerde verilebilecek en mantıklı kararlardan biri olan seçime gitme kararı bile hatalı (çok ileri bir tarihe) alınmış ve protestoların dinmesine, kulüpteki gergin havanın dağılmasına sebep olamamıştır. Bu dönemlerde bu yönetimin verdiği kararları, takımdaki futbolcuların umursamazlık seviyelerini ve seçimdeki başkan adaylarını görmek Beşiktaş üzerine hiçbir zaman sormayı düşünmeyeceğimi zannettiğim bir ikilemi aklıma getirdi: Acaba bu gördüğüm Beşiktaş benim bildiğim o Beşiktaş değil ve bundan uzaklaşıp bırakmak mı gerek yoksa biraz daha bağlanmak mı?
Bu sorunun cevabı her zaman bellidir benim için: Beşiktaş bırakılmaz! Fakat bu soruyu düşünüyor olmak bile o kadar çok sevdiğin -hatta belki abartarak sevdiğin- ve hayatının önemli bir parçası olan değerlerin hakkında böyle düşünmenin çok fazla üzücü olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Gelinen bu noktada hiç kimsenin de Beşiktaş’ın iyiliğini düşünmediği de aşikar. Herkes sadece bir şekilde seçilecek yönetimde olmayı ve kendine bir “güç” ve “title” katma peşinde. Bu durum 2018 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin o dönemki cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce’nin yaşadığı asansör tartışmasına benzemekte: Bir sabah parti genel merkezine gelen sayın İnce asansöre biniyor ve onunla “yanında” yukarı çıkmak isteyen herkes o asansöre biner. Fakat asansör aşırı yükten hareket edemez, birilerinin asansörden inmesi söylenir ve kimse o asansörü terk etmeyince en sonunda Muharrem İnce’nin kendisi iner. Beşiktaş’taki durum da bir nevi budur. Kimse fedakarlık yapmak istemiyor, kimse Beşiktaş’ın iyiliğini kendi çıkarlarının önünde düşünmüyor…
Benim için Beşiktaş her zaman umuttan ibaretti. Bu takımı romantik bir şekilde tutan ve aşık olmuş bir taraftarım: Benim için Beşiktaş umuttur. Fakat ben kendimi ilk defa bu kadar umutsuz ve karamsar hissediyorum. Çok büyük olasılıkla Beşiktaş’ı zor ve karmaşık günler bekliyor. Bu gönülden seven taraftarlar için çok sıkıntılı ve rahatsız edici günler demektir.
Sonuç olarak ilk başta sorduğum soruya geri dönmek istiyorum: Bir takımı tutmaktan vazgeçilebilir mi? Bilmiyorum, ama Beşiktaş’tan vazgeçilmez. Tarihte yaşanmayan rezilliklerle dolu bir yönetim ve dönemden geçse de her hafta Beşiktaş maçlarını hala heyecanla bekliyorum, çocukken gittiğim ve tribünleri izlemekten maçı izleyemediğim stat atmosferleri hala gözlerimde, evde Beşiktaş gol atınca babama sarılmam hala aklımda, maç bittikten sonra skoru anneme söylemek için koşturma heyecanımı hala hissediyorum, Beşiktaş’ı seviyorum. Yazımı babamın çok sevdiğim bir lafıyla tamamlamak istiyorum: “Ben Beşiktaş’ı futboldan, Beşiktaşlılığı da Beşiktaş’tan daha çok seviyorum.”
15 dk.