En Sevdiğim Mevsim

“En sevdiğin … ne?” sorusu hangi bağlamda sorulursa sorulsun genelde cevap vermem, veremem. Çünkü bu değişken bir şeydir. En çok karşılaştığım soru en sevdiğim film üzerine oluyor ve ben gerçekten bilmiyorum. Veya en sevdiğim şarkıyı gerçekten bilmiyorum. O zaman sevdiğim bir tane olabilir ama iki gün sonra bu değişebilir. Buna ikna etmek de zor oluyor tahmin edeceksiniz ki. En sevdiğim renk hemen geliyor bu soruların arkasından ona cevap veriyorum ve genelde mavi diyorum. O da bana umudu hatırlattığı için. Ama neden umudu hatırlatır onu da bilmem. Arada bir bağ var kafamda kurduğum, bu 49 ile perşembe arasındaki bağ gibi bir bağ olabilir. Bir düşünün bu ikisini, 49 gerçekten de perşembeyi çağrıştırıyor. En azından benim içim.

Yaz temalı bir yazı ne kadar farklı bir şekilde başladı. Ama ben de bunu istemiştim zaten. Biraz sizle konuşmak, biraz aklıma gelenleri çok az bir süzgeçten geçirerek anlatmak, biraz da sadece zihnimdekileri aktarmak…

Neyse ilk paragrafa bağlamaya geri dönelim. En sevdiğim mevsim… Bu soruyu birkaç sene önce duyduğumda düşünmeden kış derdim. Kar ve soğuk hava. Karın kapladığı bir İstanbul ve ben şehir merkezinden biraz daha uzakta ve o yıllarda karın gerçekten de yağdığı bir yerde yaşarken güzel bir mevsimdi kış. Arada okullar tatil mi diye beklediğim vali açıklamaları da olurdu bu mevsimde. Sahi başka bir ülkede ortaokul öğrencisi bir çocuk yaşadığı şehrin valisinin adını bilir miydi? Hoş bu soru yavaş yavaş “başka bir ülkenin genci o ülkenin resmi gazetesini takip eder mi?” diye de evrildi. Neyse o dönem bilirdim valinin adını -tabi şu an vermeyeceğim ismini çünkü kendisi başka bir şehirde vali olarak devam ediyormuş işine- şimdi ise zaman zaman resmi gazete kontrolü yapıyorum.

Fark ettim ki bu yazıyı yazmaya başladığım zaman kafam çok fazla karışıkmış o yüzden sürekli konudan uzaklaşıyor gibi olmuşum. Umarım okuması zor olmamıştır. Biraz sohbet havasında ilerlemesini istedim. En güzel sohbetler de konudan konuya atlayıp ama en sonunda da en baştaki konuya geri dönenler değil midir? Neyse… Beş altı sene önce bu en sevdiğim mevsim sorusunu duyduğumda sonbahar derdim. Ne kış ne yaz… Ağaçlar yapraklarını döker, kaldırımlar yaprakla dolardı. O dönemler romantik bir mevsim gibi gelirdi bana. Bazen hafif, bazen de sırılsıklam eden bir yağmur yağardı ve ikisinde de yürümek farklı bir güzeldi. Kuşlar da yavaş yavaş göçmeye başlardı. Sonbaharın başlaması ile Beşiktaş maçları da başlardı. Aslında şimdi düşündüm de çocukken, yani yazı sevdiğim zamanlar Beşiktaş’ın yazın oynadığı hazırlık maçlarına bile giderdim. Şimdi ise sadece sonuç ne olmuş diye kontrol ediyorum. Sonbaharda hem Beşiktaş ile bir heyecan gelirdi hem de okul başlar ve yeni bir dönemin heyecanı olurdu. Havalar çok soğuk olmaz ama rüzgarlı olurdu. O dönem sonbaharı düşünmek güzeldi. Bu kelime pek hoşuma gitmezdi. Son ve bahar. Yani zaten iki tane bahar var niye ilk ve son denir ki… Büyük ihtimalle üzerine çok düşünmemişlerdir. “Pazartesi” gibi bir kelime aslında. Pazardan sonra, pazarın ertesi. Pazar ile hiçbir anlamı olmayan bir gündür pazartesi. Sonbahar da son değil ki… Üç ay sonra zaten tekrar bahar….

Bu yazıyı yazarken 2024’teyiz. O zaman bir beş sene önce bu soruyu duyduğumda en sevdiğim mevsim bahardı diyebilirim. Belki de en sevdiğim rengi umudu çağrıştıran mavi ile eşleştirmek gibi baharı da umut ile eşleştirmiştim. Baharda hem bir şeyler değişmeye başlayıp içimde bir umut kıpırtısına yol açmıştı hem de sonbaharda kaybolan güzelliğin tekrar ortaya çıkmaya başladığını fark etmiştim. Güzel bir fark edişti. Hava ne kış kadar soğuk, ne yaz kadar sıcak, ne de sonbahar kadar yağmurluydu… Bir iki sene sonra bahara olan “en” duygum da geçti. Benim bu duygum geçtikten bir iki sene sonra “sana söz yine baharlar gelecek” diye bir slogan başladı. Ona da kızgınım zaten. Kardeşim sen söz versen de vermesen de bahar zaten gelecekti. Hala bekliyoruz gelmesini ve bunu kimsenin engelleyemeyeceğini biliyorum. Geliyor gelmekte olan!

Neyse son üç senedir en sevdiğim mevsim sorusuna yaz derim. Ciddi cevaplamam ama hızlı bir şekilde yaz derim. Çok küçükken en sevdiğim mevsim olan yaz tekrardan en sevdiğim mevsim olmuştu. Belki de tatilin çok vurgulandığı bir mevsim diye düşündüğüm içindir. Ya da denize girmeye başlanan mevsim diyedir ki bu sene ilkbaharda da girdim denize ama yine de yazın farklı gelir deniz. Güneş farklıdır, ağaçların hışırtısı, Bodrum’da cırcır böceklerinin sesi, klimanın gürültüsü, yenen kızartmaların tadı hepsi farklıdır. Biraz da yurt dışında yaşayan arkadaşlarımı da en çok bu mevsimde gördüğüm ve onları çok özlediğim için de son zamanlarda bu mevsim ile bir bağım olmuş olabilir. İlkbahar nasıl umudu çağrıştırıyorsa bu mevsim de “neşeyi” çağrıştırır. Sezen Aksu bir şarkısında şey der: “Ben her bahar aşık olurum; rüzgar olur yağmur olurum” bana. Ben de her yaz aşık olurum; deniz olur sivrisinek olurum. Bu aşk denizde gördüğüm bir balığa da olur, ilk defa denize girdiğim yerdeki dubaya da, çok sıcakladığımda bütün camların kapanmasını sağlayan klimaya, çok özlediğim bir arkadaşıma veya hiç tanımadığım birine de olabilir. Yazın hissedilen bütün duygular bir farklı geliyor bu aralar. Belki bu duygu da kaçıp gidecek bir gün ve ben yine başka bir mevsimi seveceğim (biliyorum baharı sevmeye geri döneceğim fakat şimdilik yazı sevmek güzel).

Ali Aktaş

10 dk.