Oyunlarda Başlangıçlar

Hayatımda oynadığım ilk oyunu hatırlıyorum. Arkadaşımın telefonundaki “Yılan” oyunu ilgimi çekmişti, sırayla bir o bir de ben oynuyorduk. Dijital her şey ilgimi çekerdi o zamanlar, annem ve babam da o yüzden bana telefon bile almıyorlardı, çünkü hemen kendimi kaptırıyordum. Başka arkadaşlarımın, annemin ya da babamın telefonunun içindeki oyunları karıştırıp gizlice onları oynuyordum. Bir diğer sevdiğim oyun da Samsung telefonlarda olan, bir prensesi kurtarmakla ilgili bir platform oyunuydu. Prens olarak düşmanları bıçakla öldürüp prensesi kurtarmaya çalışıyordunuz, her seviye farklı düşmanlar ve farklı haritalar vardı. Çok ilgimi çekmişti, çok uzun bir süre oynamıştım, ta ki annem telefonunu değiştirinceye kadar. Ne de olsa birisini ne kadar kısıtlarsanız kısıtlayın, yine bir yolunu bulup yasaklanan şeyi yapacaktır. Artık ailemin şu sıralar oyun sevdamı kabul etmesiyle beraber ailemle her şeyi konuşuyorum, ve bu beni mutlu ediyor. Babam beni dinlemeyi seviyor, özellikle sevdiğim bir şeyi anlatmam onun hoşuna gidiyor. Sevdiğim şeyleri yapıyorum ve onlara vakit ayırıyorum. Şu an bu yazıyı severek yazıyorum; umarım okuyucum olarak siz de okurken yazımı seversiniz.

Peki benim oyun sevgimin başlangıcı veya herhangi bir başlangıç neden önemlidir? Başlangıçlar, belki bir tarz müziği ilk defa dinlemek gibi, insanların kendi kafalarında o konu hakkında bir temel kurmalarını sağlar. Daha sonraki deneyimlediğimiz şeyler de o temelin üstüne biner. İşte o yüzden, daha oynadığım ilk oyunlarda öğrenebildiğim her oyun hakkında daha çok bilgi sahibi olma isteği hayatımın geri kalanında da beni takip etti. Oyunların çıkış günlerinde çok heyecanlandım, oyunlarla ağladım, oyunlarla güldüm. Özellikle hikayesi olan oyunlardan hoşlandım. İnsanlar nasıl bir filmden ya da bir kitaptan örnek alırsa, ben de oyunlardan örnek aldım, oyunlardan İngilizce öğrendim, hikayesi olan oyunlardan film zevkimi, hikaye kurma ve anlatma becerimi kendim oluşturdum. Evet, bunların hepsi oyunlar sayesinde oldu. Oyunlar hayatimin büyük çoğunluğunu oluşturdu ve beni şimdiki ben yaptı diyebiliriz. Okuldan eve gelince hemen bilgisayarın başına geçer oyun oynardım. En son babam oyun oynamamı evde yasaklamıştı ben küçükken, hafta sonları hariç- hafta sonları oynayabiliyordum. Hemen hafta sonu olmasını iple çekerdim. Cuma günleri dünyanın en güzel günü oluverirdi. Kral Oyun’dan gözlerimi ayıramazdım, annem gözlerimin bu nedenden dolayı bozulduğunu söylerdi, halbuki gözlerim hep bozuktu…

Daha önceki oyunlar benim oyun ve eğlence anlayışımın temelini oluşturdu diyebiliriz, ancak The Last of Us’ı keşfetmem oyunlara olan sonsuz aşkımın başlangıcıdır. The Last of Us oyununu keşfettiğimde on üç yaşındaydım. Yıl 2014’tü ve Youtube’da gezinirken biri Left Behind DLC’sini oynuyordu. Benimle yaşıt kız karakteri (Ellie) gördüğümde oyuna inanılmaz bir ilgi duymuştum, o zamanlar kız karakterler bir oyunda nadirdi; hele benimle yaşıt bir karakter hiç görmemiştim daha önce. Daha doğrusu, shooter olmayan ve grafikleri bu kadar güzel olan bir oyun görmemiştim daha önce. Oyuna daldım ve tüm oyunu birkaç günde izledim, bütün arkadaşlarıma oyunu gösterdim, oyunun bütün müziklerini dinledim, posterlerini duvarlarıma astım, Amazon’dan üzerinde The Last of Us yazan baskılı bir tişört sipariş ettirdim aileme. Hayatımda bir amaç ve sevdiğim bir medya türü, bir hobi bulmuştum artık kendimce. İlk defa bir şeyi bu kadar çok seviyordum. Her gün uyanıp ikinci oyunu gelecek mi diye interneti karıştırıyordum. Dualar ediyordum (ateist olmama rağmen) ve kendimi değişik senaryolara inandırıyordum. Odamda sahneleri kendi kendime canlandırıyordum, oyunu yapanın ben olduğunun hayalini kuruyordum ve bu hayali, ne yazık ki olmayan seyircilerime anlatıyordum. Bu müthiş oyunu nasıl yaptığıma dair hikayeler anlatıyordum, insanlar bana hayran oluyordu ve herkes beni alkışlıyordu. Bu hayalleri kurduktan sonra da duygusallaşıp ağlıyordum. Naughty Dog’un başka çıkabilecek bir potansiyel oyunun haberini almak için internetin her yerini karıştırıyordum. Sonunda, aradan altı yıl geçti ve bütün dünyam değişti. Şu an bundan bahsetmek çok isterdim ama bu konuyu başka bir yazımda anlatacağım, çünkü inanın bana daha anlatacak çok şey var.

Bir kız olarak oyun oynamamı insanlar ciddiye almıyor açıkçası. Dünyanın hiçbir yerinde kızlar ciddiye alınmıyor ki… Oyun camiasının çoğu erkeklerle dolu be bu erkeklerin geneli oldukça önyargılı, kızlar olarak oyunları ciddiye aldığımızı ve onlar gibi oyun oynadığımızı ve bunun da gayet doğal olduğunu çaba sarf ederek, utanmayarak göstermemiz gerekiyor. İleride de yazacağım yazılarda kendime inanarak, hep çaba sarf ederek ve her fikrimi belirterek yazacağım ve okuyucu olarak sizleri de önyargısız biçimde beni keyifle okumanızı iple çekiyorum.

Defne Şerbetçioğlu

5 dk.