Düşünemiyoruz

Yazımızın temasıyla kendimizi ayağımızdan vurduk diyebilirim. Düşünmek temalı bir sayıya yazı düşünmek ne zormuş. Zihnimiz enteresan. Pembe bir fil düşünme deyince aklımıza hemen pembe bir fil geliyor, ama zihnimizin biraz zorlanması gereken bir konu olduğunda düşünmesi gereken işi yapmak yerine diğer her işi yapıyor. Ödevimizi yapmak yerine odamızı toplarız. İşimizi yapmak yerine e-posta kutumuzu temizleriz. Zihnimiz suyun en kısa yolu bulması gibi, bir elektrik devresindeki en kolay yolu seçen elektronlar gibi çalışır. Devrede boş bir kablo varsa bütün akım oradan akar. O boş kablo sistemin kısa devresidir. Zihnimizin de kısa devresi evde oturmak, telefona bakmak, bir dakikalık videolar izlemek, yani düşünmemek. Efektif bir makineyiz. Öyle de olmak zorundaydık. Doğada yedi gün avlanamamış bir canlının dergi yazısı düşünmeye harcayacak enerjisi yoktur. Zihnimiz marketten yemek alabildiğini kavrayana kadar da bu enerjiyi harcamaya direnecek.

Bu bağlamda üst insan olmak, evrimde bir sonraki adıma atlamak düşünmektir. Hatta düşünmek var olmanın temelidir.

Ancak görünebilirliğin artmasıyla birlikte “Düşünüyorum öyleyse varım” sözü yerini “Görünüyorum öyleyse varım” a bırakmıştır. Buraya çok kısa bir not düşmek istiyorum. Geçmişteki insanların çokça düşündüklerini, günümüzde ise insanların düşünmediklerini savunmuyorum. Cadı diye insanların yakıldıkları, “Eğer cadıysa yaşar insansa geçmiş olsun” denildiği dönemlerden geçtik. Günde bir patates ve bir dilim ekmekle de başka düşünce çıkmaz zaten o kafadan. Benim bahsetmek istediğim değer olarak görünebilirliğin düşüncenin önüne geçmesi. Artık bir işi yapmanız önemli değil, o işi yaptığınızın bilinmesi önemli.

Kendi kitabımdan bir alıntı yapayım: “Diyelim ki bu dünyadaki en güzel şiirleri ben yazıyorum. Eğer benimle dünyadaki geri kalan insanların hepsi aynı fikirde değilse ya da bu bilgiden haberleri bile yoksa bu dünyadaki en güzel şiirleri ben mi yazıyorumdur gerçekten? Bu düşüncenin başka klasik örnekleri de var tabi. Hiç kimsenin olmadığı bir ormanda bir ağaç devrilirse bu ağaç ses çıkarır mı çıkarmaz mı?” Düşen ağacın ses çıkartması için onu işitecek bir çift kulağa, benim yazar olmam için de siz değerli okuyuculara ihtiyacım var (Okuyun şu kitabı valla güzel kitap). Ha bir de mutlu olmam için mutluluğumu görecek bir çift göze veya takipçilere ihtiyacım var.

Cenazenizde de “Merhumu nasıl bilirdiniz?” Diye soracaklar. Kimse “Merhum neler yapmıştı” demeyecek.

Bu noktada durup yazımın başından beri kabul ettiğim düşünceyi hatırlamakta fayda var. Düşünmek iyidir. Bunu kabul ederek başladım yazıma ama ne geçti elimize düşünerek? Shakespeare meşhur Olmak ya da Olmamak tiradında ne diyordu?

Bilinç böyle korkak ediyor hepimizi:

Düşüncenin soluk ışığı bulandırıyor

Yürekten gelenin doğal rengini.

Ve nice büyük, yiğitçe atılışlar

Yollarını değiştirip bu yüzden

Bir iş, bir eylem olma gücünü yitiriyorlar.

Buradaki düşünce ölümden sonrasının düşüncesi. Ancak çalışan bir akıl bir şeyi düşünüp bir diğerini düşünmemezlik edemez. İnsanın kuvvetli bir aklı varsa iyi kötü her düşünce gelir aklına. Kuvvetli bir akıl da nöronlar arasındaki bağlantıları kurarak oluşturulur.

Neil Postman’ın dilimize “Televizyon: Öldüren Eğlence” olarak çevrilmiş kitabının ön sözü aklıma geldi (güzel kitaptır, öneridir, bu yazımı okumaya vermiş olduğunuz emeğin geri dönüşüdür). Postman, dünyanın George Orwell’in 1984 kitabındaki haline bürünmediğinden bahsediyor. Orwell kitabında bilginin bir büyük birader tarafından kısıtlanacağı bir distopya düşünüyordu. Postman’a göre Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya’sı daha gerçekçi bir distopyaydı. Her bilginin topluma açık olduğu ama kimsenin bilgileri umursamadığı bir dünya. Postman’dan direkt alıntı yapayım “Huxley’in görüşlerine göre ise insanların özerklikleri, olgunlukları ve tarihlerinden yoksun bırakmak için Büyük Birader’e gerek yoktur. Huxley’e göre, insanlar süreç içinde üzerlerindeki baskıdan hoşlanmaya, düşünme yetilerini dumura uğratan teknolojileri yüceltmeye başlayacaklardır.”

Bu son cümleden sonra da aklıma direkt bilim-kurgu yazarlarının babası Isaac Asimov’un “The Feeling of Power” hikayesi geldi (internetten kısa film olarak izleyebilirsiniz). Hikaye şöyle gelişiyor: İnsanlar hesap makinesiyle dört işlem yapmaya alışmışlardır. Aradan nesiller geçmiş, yeni doğmuş kimse kendi kafasından dört işlem yapmamıştır. Bir savaşta hesap makinelerinin hepsi yok edilir. Tersine mühendislikle dört işlemin nasıl yapıldığı bulunur ve insanlara gösterildiğinde herkes hayrete düşer. Bulan kişinin gösterdiği “Abicim bak bunları alt alta yazıyorsun birler basamağından toplamaya başlıyorsun bazen elde bir oluyor falan” demesine olmaz öyle saçma şey derler. Asimov bu hikayeyi yazdığında ortada daha hesap makinesi yoktu. Şu an geldiğimiz nokta bu kadar beter olmasa da gelecek asırda yaşanabilecek bir senaryo bu. Kaybedilen başka özellikler de var. Mesela ben yazı yazıyorum. İnsanlar bazen o kadar şaşırıyor ki, ağızları açık nasıl yazıyorsun diye soruyor. Nasıl mı yazıyorum? Yazıyorum işte. Grafit ve kilin tahta bir silindir tarafından hapsedilmesiyle oluşturulmuş aletle Antik Mısır dönemlerinde geliştirmiş teknolojik bir düzleme, daha önceden anlamları ve sesleri belirlenmiş bazı figürler çiziyorum. Bu figürler birleşip harfleri, kelimeleri, cümleleri ve paragrafları oluşturuyor. “Ben de yazmak istiyorum” diyorlar. “Yaz kardeşim o zaman” diyorum. Dünyadaki tartışmasız en ucuz hobi bu. Kalem almaya bile gerek yok. Bir taşı duvarlara sürterek de gayet güzel yazılar yazılır.

Bu yazıda yeteri kadar şikayet etmemişsin demeyin diye son olarak da şu kitap okuma işine değinmek istiyorum. Kitap okumak düşünmek demek değildir. Bir neslin televizyon dizileridir birçok kitap. Kitap okurken durmak, ulan ben bunun bir benzerini şurada görmüştüm demek. İki düşüncenin arasındaki temel farklılıkları saptamak. Hangi düşüncenin sizin doğrularınıza uyduğunu belirlemek. Yazarın sizi hangi noktalarda aldatmaya çalıştığını anlamak düşünmektir.

Siz aman ha düşünmeyin. Günümüzde her şeyin olduğu gibi zekanın da yapayı var. Siz ona sorun o sizin yerinize düşünür. Televizyondan dizinizi izlerken telefonunuzdan arkadaşlarınızın tatil fotoğraflarını beğenin. Bende “Over thinking” problemi var deyip kafanızı susturacak haplar alın. Bunu gerçekten yapın. Yoksa Neo gibi her tarafınıza borular sokulmuş bir biçimde kapsülünüzden çıkarsınız ve insan çiftliklerine bakakalırsınız. Kafayı sıyırırsın kanka, yapma.

Foto

Bora Tavman

10 dk.